ABD’de iki dönem gelen neredeyse her başkan kendi doktrinini ilan eden ‘Güvenlik Stratejisi’ belirler.
Bazı başkanların strateji belirleyememesi durumunda önceki belgeleri takip ettiği görülür.
Eski ABD Başkanı James Monroe'nin, 1823'te kongreye sunduğu doktrine göre Amerika’nın küresel olaylara bakış açısı şekillenmiş ve sonraki iki yüzyıl boyunca bu doktrin esas alınmıştı.
Hatta bazen bazı ABD başkanları bu doktrinin aksi hareket etmeye çalışmış ancak senatoyu geçememişlerdi.
Yani bu doktrin temel felsefeyi oluşturmuş ve ABD’li politikacılar ülkelerinin gücünü korumasını bu doktrinel felsefede bulmuşlar.
Bu doktrinin en önemli noktası; ABD’nin Avrupa (Kutsal İttifak Devletleri) ve Rusya ile olan alan çekişmeleri dizayn edilmiş ancak daha önemlisi dünyadaki hiçbir sorun bölgesine müdahil olma isteğinin olmamasıydı.
Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD dış işleri bakanlığı ile savunma komitelerini kontrol etmeye başlayan Siyoinst Yahudiler, ABD’yi kendi çirkin emelleri için sahaya çekti. Özellikle İslam Dünyası’na karşı karalama kampanyası başlatan Yahudiler, medya ve Hollywood aracılığıyla ABD iç kamuoyunu İslam ve Müslüman karşıtlığı konusunda dizayn etti.
Emperyalist ABD’nin Monroe Doktrini bugün Trump ve ekibinin oluşturduğu ‘MEGA’ hareketinin bir benzeriydi dense yeridir.
Nitekim birkaç gün önce açıklanan 29 sayfalık yeni ulusal güvenlik stratejisi için Monroe Doktrini 2.0 benzetmesi yapılması boşuna değil.
ABD Başkanı Donald Trump imzasıyla yayınlanan belgede Washington’un küresel hegemonyasını sürdürme çabasında makas değiştirdiğini "Dünya düzenini ABD'nin tek başına ayakta tuttuğu dönemin geride kaldığı" itirafıyla birlikte, "dünya polisliği" rolünden sıyrılıp, tamamen Amerikan çıkarlarına odaklı, sert ve pragmatist bir dönemin başladığına işaret ediyor.
Dış politikada geleneksel siyasi ideolojileri reddederek "Önce Amerika" mottosu merkeze alınıyor. "Güç yoluyla barış" "Şahin olmadan güçlü, güvercin olmadan ölçülü" gibi cafcaflı ifadelerin bulunduğu bu yeni duruş, diplomatik nezaket yerine kaba gücün caydırıcılığını dayatıyor.
19. yüzyıl sömürgeci reflekslerini hatırlatan "Monroe Doktrini"ne yapılan vurgu bütün olarak Kuzey Amerika ve Latin Amerika’yı kapsayacak bir yayılmacılığı esas alıyor.
ABD’nin bu stratejiye dönmesi dünyadaki diğer gelişmelere bigane kalması anlamına gelmemeli.
Nitekim Rusya ve özellikle de Çin’in etki alanlarını kontrol edebilmek için farklı planlamalar yapılmış.
Yayımlanan belge, ABD'nin sözüm ona insancıl "demokrasi ihracı" maskesini tamamen düşürdüğünü, bunun yerine “Pragmatist olmadan pragmatik!” söylemi gibi demagojik ifadelerle çıkarlarını korumak adına dünyanın geri kalanına karşı kaba kuvvete, şantaja ve askeri caydırıcılığa dayalı, daha saldırgan bir emperyal vizyona geçtiğini gösteriyor.
Avrupa konusunda oldukça karamsar bir tablo çizen belgeye göre; "Avrupa tanınmaz hale gelecek."
Trump’ın strateji belgesinin Avrupa’ya bakışı tam bir güvensizlik içeriyor. Mevcut politikaların sürmesiyle Avrupa kıtasının 20 yıl içinde "tanınmaz hale geleceği" ve bir "medeniyet silinmesi" tehlikesiyle karşı karşıya olduğu iddia ediliyor. Elon Musk’ın “AB dağılmalı!” şeklindeki söylemi bu noktada önem kazanıyor.