2016 yılında Amerika'da başlayan 'Me too' hareketini hatırlarsınız.

Bazı meşhur aktörlerin tacizine uğradığını iddia eden kadınlar tarafından başlatılan hareket neticesinde sinema sektöründe herkes tarafından bilinen ama hiç kimsenin asla konuş(turul)madığı bir durum ifşa edilmişti.

Tabii olay bir anda magazin haberine dönüştürüldüğü için Amerika/Hollwood'daki mesele birkaç isimle sınırlı kalmış, hatta mizahçılar için kullanışlı bir malzeme olmuştu.

Ardından 'P. Diddy olayı' o kadar yaygın bir hal aldı ki 'Hollywood'un Afro-Amerika Epsteinı' olarak adlandırıldı.

Üzeri Clinton'ların istihbarat maharetiyle hala örtülü olan Epstein adalarını/malikanelerini ve dosyalarını ise hatırlamayan yok.

Jeffrey Epstein ve Ghislaine Maxwel'in MOSSAD bağlantılarıyla oluşturdukları muazzam arşivin ABD'li birçok ünlüyü ve siyasetçiyi nasıl sus pus olmaya zorladığını Siyonist barbarlık esnasında gördük.

Bu üç olayda yüzlerce (sözüm ona) sanatçının karıştığı, belli bazı kişi veya kesimlerin art arda arşiv oluşturarak önemli yerleri tesir altına aldıkları görüldü.

Amerika'da sinema sektörünü, akademiayı ve medyayı neredeyse tümüyle ele geçirmiş olan Küresel Siyonist yapılanmanın, manevra alanını genişletmek ve siyaseti, bürokrasiyi dilediği gibi dizayn etmek için bu argümanları nasıl kullandığını anlamak için 7 Ekim sonrasında siyonist işgal rejiminin uyguladığı vahşet ve barbarlığa rağmen ısrarla destek açıklamaları yapmalarını ve müesses nizamı bu yönde nasıl kanalize ettiklerini görmek yeter.

İşin bu noktasında; Türkiye'de patlak veren Ayşe Barım olayını bu yönleriyle mercek altına almak gerekir.

Sektörde teklif alamadıkları ve yıldızları sönmeye doğru giden iki dizi ve sinema sanatçısı (Merve Kayaalp ve Seda Fettahoğlu) 2023 yılında intihar etmiş ancak sinema (ve sözde) sanat camiası hiç oralı olmamıştı.

Normal zamanlarda böyle olayları bahane ederek 'ekonomi' üzerinden ortalığı ayağa kaldırırlardı.

Ama işin ucu kendilerine dokunacağı için üç maymun moduyla hareket ettiler.

Ayşe Barım'ın 20 cast ajansı yetkilisiyle bir whatsapp grubu oluşturduğu ve film şirketlerinin oyuncu talepleri konusunda tekelleşme gerçekleştirerek istemediği hiçbir yere oyuncu göndermediği belirtiliyor.

TRT'nin oluşturduğu büyük 'Film Platosu'na arzu ettikleri oyuncuları alamadıkları gerekçesiyle bu şebeke hakkında inceleme başlatıldığı iddia ediliyor.

Bu iddialar üzerine Rekabet Kurulu'nun harekete geç(iril)mesi sağlanmışsa olayın vehameti iyi anlaşılamamış demektir.

Olayın rekabet boyutu olduğu kadar karanlık bir arka planı olduğu aşikar olan bu dosyanın aslında Türkiye'deki Epstein benzeri Soros uzantısı yapılanma olduğu yönüyle inceleme yapılması gerekir.

Yaklaşık 150 yıldır, Jön Türkler, Selanik Sabatayları ve Cumhuriyetin kuruluşuyla 'Kendi zenginimizi, sanatçımızı ve entelimizi oluşturacağız!' talimatıyla hareket ederek toplum üzerinde belirgin bir Kültürel hegemonya kuran bu DERİN YAPI'nin tüm uzantıları ifşa edilip Türkiye bunlardan temizlenmelidir.

Mesele Ayşe Barım ve onun gibi birkaç unsurun temsil ettiği ve köken olarak Sabatayist yapılanmaya ve Masonik örgütlenmeye uzanan illegal oluşumdur.

Gezi Kalkışması ve arkasında olduğu iddia edilen Kızıl Soros Osman Kavala derdest edildikten sonra vekaleten onun işlerini kimin devr aldığı neden merak edilmiyor?

Ayşe Barım'ın, Kavala'nın vekili olduğu iddiası neden es geçiliyor?

Türkiye, kısa bir süre önce Siyonist İşgal Rejiminin istihbaratını kendi topraklarında operasyon yapmaması konusunda en güçlü şekilde uyarmıştı.

Uyarıyı ti'ye alan MOSSAD'a üst üste darbeler vurularak birkaç piyon şebekesi çökertilmiş ve bu büyük başarı olarak gösterilmişti.

Siyonist Yahudilerin 150 yıldır oluşturdukları yapı ve kurumların bir anda ortadan kaldırılması elbette mümkün değil ancak onlarla mücadele etmeden ve köklerini kurutmadan bu ülkenin tam bağımsızlığı gibi söylemler ham hayalden öte gitmez.