Kürt halkının özgürlük mücadelesi, tarih boyunca birçok farklı aktör tarafından sahiplenildi. Devletler kuruldu, devletler yıkıldı. Son yüzyılda birçok kıyam hareketleri oluştu. Kimi dini kimi de aşiret yapısı üzerinden gerçekleşti.

Bu sahiplenmelerin en tartışmalı olanlarından biri, PKK’nın kendisini Kürt halkının temsilcisi olarak sunmasıdır. Sosyalist bir örgüt mantığı ve ahlakı ile kurulan bu yapı, Kürtlere büyük zararlar verdi. Sosyolojik, tarihi ve dini yapısına savaş açarak Kürtleri asıl kimliğinden uzaklaştırdı. Hem devlet hem de batı bu projeye çok katkı sağladı. Örgüt, yıllardır özgürlükçü ve eşitlikçi bir söylemle kamuoyuna seslenirken, içyapısında uyguladığı baskıcı ve tahakkümcü yöntemlerle içeride bir cehennemi yaşattı.

PKK’nın savunduğu ahlaki yapı, kadın özgürlüğü, bireysel haklar ve halkların kardeşliği gibi kavramlarla süslenmiş olsa da örgüt içindeki gerçeklik bu kavramların hedefe ulaştıracak süslü söylemlere ve ideolojik bir kalıba dönüştürüldüğünü göstermektedir. Kadın özgürlüğü söylemi, kadınların aileden, toplumdan ve tarihinden koparılması, din, namus ve fıtratından soyutlanması ile sonuçlanmıştır. Kimseye yar olmayan bir kadın profili oluşturmuştur. Örgüt içinde ikincil görevlere itilmesi, karar alma süreçlerinden dışlanması ve kimi zaman cinsel istismara maruz kalmalarıyla çelişmektedir. Her ne kadar siyasi parti ile bunu eşitlemeye çalışsa da örgüt içindeki uygulamalar bunun tersini göstermektedir.

Öcalan hiçbir zaman kendisinin yanına bir eş başkan almamıştır. Hep tek adam olmuştur. Eski militanların tanıklıkları, hamile kalan kadınların infaz edildiği vakaları ve duygusal ilişkilerin yasaklandığını ortaya koymaktadır. Kadınlar kadınlığını yaşayamamaktadır. Onlara sürekli bir erkek gibi muamele edilmektedir. Kadınların özel hayatı örgüt tarafından denetlenmekte, öz eleştiri süreçlerinde geçmiş yaşantılarını aşağılayıcı biçimde anlatmaya zorlanmaktadır. Bu tablo, PKK’nın kadın özgürlüğü söyleminin ne denli yüzeysel ve propaganda amaçlı olduğunu açıkça ortaya koyar.

Örgütün din anlayışı da Kürt halkının dini kimliğiyle doğrudan çatışmaktadır. Din karşıtı tutum, halkın inançlarını dışlayıcı ve aşağılayıcı bir biçimde sunulmakta, bu da Kürt toplumunun tarihinden, şahsiyetlerinden ve onu millet yapan bütün bağlarından koparmaktadır. Bireysel özgürlük söylemi ise örgüt içi disiplin ve mutlak itaat kültürüyle bastırılmakta, farklı düşünenler ya dışlanmakta ya da infaz edilip cezalandırılmaktadır.

Bu ahlaki yapı, Kürt halkının doğal gelişimini değil, ideolojik bir kalıba sokulmuş kimlik inşasını hedeflemektedir. PKK’nın militanlarını eğittiği yoğunlaşma evleri, örgüt içi kontrolün en sert biçimde uygulandığı alanlardır. Bu evlerde militanlar geçmişteki “hatalarını” itiraf etmeye zorlanmakta, psikolojik baskı altında öz eleştiri yapmaya mecbur bırakılmakta ve bireyin özgür iradesi sistematik biçimde yok edilmektedir. Bazı eski militanların ifadelerine göre, bu evlerde yaşananlar örgüt içi infazların gerekçesi olarak kullanılmakta, ideolojik sapmalar ölümle cezalandırılmaktadır.

PKK’nın tarihsel sürecinde örgüt içi eleştiriler çoğu zaman infazla sonuçlanmıştır. Lider kültüne karşı çıkan, farklı ideolojik görüşler savunan ya da örgütten ayrılmak isteyen militanlar “ajan” ya da “hain” ilan edilerek ortadan kaldırılmıştır. Abdullah Öcalan’ın bizzat 15 bine yakın örgüt mensubunun infaz edildiğini kabul etmesi, bu baskı mekanizmasının boyutunu gözler önüne sermektedir.

Tüm bu uygulamalar, PKK’nın özgürlük söyleminin bir tahakküm projesine dönüştüğünü göstermektedir. Kürt halkı, çok sesli, inançlarına saygılı, geleneklerine bağlı bir yaşamı hak eder. Bu halkın adına konuşan her yapı, önce bu halkın ruhunu tanımalı ve ona saygı duymalıdır. Kürt halkı, PKK’nin ideolojik kalıplarına sığmayacak kadar zengin ve özgündür. Bu yolda giden önceki tüm zorbalar da halkların bu inancına ve yaşayışına yenik düşmüşledir. Kemalizim, Baasçılık ve sosyalizm bu ülkelerde tutunamamıştır. Kürt halkını daracık Sosyalist kalıplara sokan Apoizm de tutunamayacak!