Bu hafta da sizleri bir zaman yolculuğuna çıkarmak istiyorum.

Elbette, bahsettiğim zaman makinası gerçek bir araç değil; geçmişte yaşanmış olaylara, düşünürlerin fikirlerine dönüp bakarak geçmişin penceresinden bugünü anlamaya çalışacağımız bir yolculuk bu.

Peki, nereden başlamalıyız?

Niccolò Machiavelli’den mi, John Locke’tan mı, Jean-Jacques Rousseau’dan mı?

Yoksa Aristoteles, Farabi veya İbni Haldun’dan mı?

Tarihe iz bırakmış o kadar çok isim var ki…

Ama ben rotamı 1800’lerin ikinci yarısına, Rus düşünür Mihail Bakunin’e çevirdim.

Bakunin şöyle der: “Tüm tarihsel deneyim kanıtlıyor ki, iki farklı grup arasında kurulan ittifak, her zaman bu iki gruptan daha gerici olanın yararına sonuç verir. Bu ittifak, programını daraltarak, moral gücünü ve kendine olan güvenini yok ederek, ilerici partinin zayıflamasına yol açar.”

Bakunin’in “ilerici” ve “gerici” partiden kastı tam olarak kimdi bilemiyoruz.

Ama bu kavramları kendi çağımız üzerinden yorumlamak mümkün.

Bugün “ilerici” denildiğinde akla genellikle halkın çoğunluğunun yönetime katılımını haklarını ve gerçekten savunan gruplar geliyor.

Fakat demokrasi, kökeni milattan önceki dönemlere dayanan en eski yönetim biçimlerinden biridir.

Demek ki “gerici” kavramı bir fikrin yaşıyla değil, onun ‘’zihinsel ve toplumsal duruşuyla’’ ilgilidir.

O hâlde, “gerici” derken ne kastediliyor olabilir?

Bence burada asıl işaret edilen şey, doktrinler değil, o doktrinleri temsil ettiğini iddia eden ama yeniliğe kapalı, tutucu ve değişimden korkan kişiler…

Yani “kraldan çok kralcılar.”

Bir fikir, zamana direnmiyor; tam tersine, zamanla birlikte akmayı başarıyorsa yaşayabiliyor.

Bu noktada Bakunin’in “gerici” olarak kastettiği anlayış, sanırım faşizmin dar kalıplarını ve kapitalizmin birkaç kişinin çıkarını önceleyen yapısını işaret ediyor.

Bunlar, insanlığın değil, ayrıcalıklı bir azınlığın çıkarını savunan sistemlerdir.

Peki “ilerici” bir sistem nasıl tanımlanabilir?

Bu sorunun cevabını belki de 1700’lerin ikinci yarısında Jean-Jacques Rousseau veriyor.

Rousseau, Hz. Muhammed’in (s.a.v) getirdiği sistemi değerlendirirken şöyle der:
“Bin yıldan beri dünyanın yarısını yöneten Muhammed’in yasası son derece sağlam fikirlere dayanıyordu. Kurduğu hükümet, kendisinden sonra gelen halifeler döneminde şeklini koruduğu sürece birliğini muhafaza etti ve bu nedenle iyi bir hükümet oldu.”

Rousseau’nun bu tespiti bize “ilerici” fikrin aslında köklü ama değişime açık bir yapı olduğunu gösteriyor.

Gerçek ilericilik, yeniye kapı açarken geçmişin sağlam temellerini reddetmemekten geçiyor.

Son olarak, Bakunin’in uyarısına dönelim:
Bir “ilerici” hareket, “gerici” bir grupla ittifak kurduğunda neden zayıflar?

Çünkü bu durumda o hareket, artık toplumun tamamını değil, sadece belli bir kesimin çıkarını korumaya başlar. Ve işte o an, ilericilik yerini statükoya bırakır.

Zaman makinasıyla yaptığımız bu küçük yolculuk bize şunu gösteriyor:

Gericilik, geçmişte kalmak değil; değişimden korkmak.

İlericilik ise geleceğe yürürken, geçmişin derslerini unutmamak…