• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

“ DEĞERSİZ DALLARDA BENİ ASMANIZA PERVAM YOKTUR. MUHAKKAK Kİ ÖLÜMÜM ALLAH VE İSLÂM İÇİNDİR."

            Kimisine göre yeni kurulan Cumhuriyetin aşiretleri pasifize edeceğinden dolayı devlete kafa tutan bir aşiret reisi, kimisine göre Lozan Barış Anlaşmasından sonra İngilizlerin çıkarları uğruna hareket eden bir asi, kimisine göre ise kurulan laik devletin gayri İslami uygulamaları karşısında kıyam eden bir önder.

            Aslında basitliğe kaçmayacağımı bilsem, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin yöneticileri ile İngiliz yöneticilerinin fotoğraflarını alıp, Şeyh Said`in fotoğrafları ile yan yana konulduktan sonra bir değerlendirmeye tabi tutularak, kimin kime benzediğinin ortaya çıkarılmasını isterdim.

            Evet, gerçekten laik idare karşısında İslam`ın rafa kaldırılması çalışmalarına duyduğu tepki yüzünden kıyama kalkışmıştı Şeyh Said. Çünkü şu an içinde yaşadığımız gayri İslami hayatı, O daha o günden görüp tedbir almazsa mesul olacağını biliyor ve Allah`a vereceği hesabın derdine düşüyordu.

Başlattığı kıyamın neticesinde 6-7 Mart 1925 gecesi geldiği Diyarbakır önünde, askeri kuvvetlerle giriştiği şiddetli çatışmaların sonunda yenilerek Lice`ye doğru geri çekilir. 15 Nisan 1925`te Muş yakınlarında İran istikametine doğru kaçmaya çalışırken yanında bulunan bacanağı emekli Binbaşı Kasım Bey (Ataç)`in ihbarı neticesinde tutuklanır.

Tutuklandıktan sonra kurulun Şark İstiklal Mahkemesinde yargılanır ve idama mahkum edilir. Aslında karar çoktan verilmiştir. Çünkü mahkeme devam ederken 47 adet idam sehpası siparişi alınmıştır bile. 26 Mayıs`ta başlayan duruşmalar, 28 Haziran 1925`te 47 idam kararıyla son bulur. Şeyh Said ve 46 arkadaşı ertesi sabah 29 Haziran 1925`te şafak vakti asılmışlardı. Ankara`dan getirilen zevatın tam tamları arasında 47 can Rablerine kavuşmuştu.

Kıyamdan sonra da idamlar birbirini kovaladı. Hedef, tüm Müslümanlardan potansiyel suçluların ve özellikle öncülerinin yok edilmesiydi.

Tabi Şeyh Said ile ilgili Cumhuriyet kurucularının bir şeyler demesi icap ediyordu. Yoksa durup durukken bu Şeyh neden kıyam etmişti? Bunun bir nedenle olması gerekiyordu.  Örneğin İlker Başbuğ bu kıyamı Lozan ile bağdaştırmakta ve İngilizlerin, bizlerden Musul`u almak için Şeyh Said`i öne sürdüğünü beyan etmektedir: “Musul konusu Lozan konferansında çözülememiştir. Bunu iyi anlamak lazım. Musul'un kaybedilmesiyle Lozan konferansı ve Lozan anlaşmasının ilgisi yoktur. Anlaşma imzalandıktan sonra Türkiye ile İngiltere arasında Musul konusundaki görüşmeler başlar. Konu daha sonra 20 Eylül 1924'te Milletler Cemiyeti'ne intikal eder. Burası önemli. Konunun Milletler Cemiyetine intikal etmesinin hemen akabinde 13 Şubat 1925'te Şeyh Sait isyanı başlar. Şeyh Sait isyanı ile içeride ilgilenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti tabi ki zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. 5 Haziran 1926'da imzalanan Ankara anlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Musul ve Kerkük bölgesinden vazgeçecektir. Daha doğrusu buraları bırakacaktır. Bunları anlatanlar bu soruyu sorsunlar; Bu Şeyh Sait isyanı neden çıktı, kimler çıkarttı?”

Ancak konu ile ilgili yapılan çalışmalar ise tam tersini söylüyor: “Yeni Cumhuriyetin getirmiş olduğu toplumsal değişimi Fransız yazar Paul Gentizon şu şekilde özetler: “İmparatorluğun yerini bir cumhuriyet aldı. Bir Sultan kaçtı. Bir Halife sürgün edildi. Büyük bir Şef (Mustafa Kemal) dünyanın dikkatini çekti. Onun buyruklarıyla Müslüman bir halk yeni bir plana göre şekil aldı. O, bu halkı eski Asya geleneklerine bağlayan bağları kopardı. Geçmişi sildi, süpürdü. İslam dinine kendi esprisi içinde bir yön verdi. Çok kadınla evliliği önledi. Cinsiyet ayırımını yıktı. Şeriat hukukunu kaldırdı. Avrupa`nın kanunlarını kabul etti. Kıyafeti değiştirdi. Hatta başka bir alfabe oluşturdu. 1500 yıllık din boyunduruğundan kurtuldu. Hıristiyan Avrupa`nın çok kan dökerek sağladığı bu sonuç, Türkiye`de bu suretle kestirme yoldan (6 yıl içinde) elde edildi. Reform halkın bir kısmını hoşnut etmedi. Hatta o kadar ki Doğu illerinde, iç isyana kadar vardı...”

(Cihat KAR, “80. Yılında Şeyh Said Ayaklanması ve Gerçekler-1 adlı makalesinden-Paul Gentizon, Moustapha Kemal ou l`Orient en Marche, Paris 1929; Türkçesi: Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, (Çev. Fethi Ülkü), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983, s.9, 109, 179, 255.)

Şeyh`in diğer önderlerle yazışmaları, mektupları ve yargılandığında mahkemedeki ifadeleri bu tezi doğrular mahiyettedir. Nitekim o günkü şartlar altında İngiltere`nin laisizmi hedef edinen Cumhuriyete karşılık, Şeriatı esas edinen Şeyh`i desteklemeyeceği aşikârdır. Zaten İngiliz Büyükelçisi R.C.Lındsay`ın İngiltere`ye sunduğu raporda bu durum özetlenmektedir: “Şeyh Said kuvvetleri yöredeki askeri birliklerden üstün durumdadır. Bazı askerler ve jandarma birlikleri Şeyh Said`in saflarına katılıyorlar. TBMM`de ayaklanmanın arkasında İngiltere`nin olduğu iddia ediliyor. Ama gerçekte sebebin dini olduğunu ve Şeriatı getirip, hilafeti ilan etmek olduğunu belirtmek isterim. Ayaklanma diğer ferdi olaylara hiç benzememekte, laikliğe ve yeni Türk rejimine karşı bir hareket olarak gözükmektedir. Türk Dışişleri Bakanlığı`na, bu ayaklanma ile İngiltere`nin hiçbir alakasının olmadığını ve İngiltere`nin ayaklanmayı desteklemediğini bildirdim. ...”

(Cihat KAR, “80. Yılında Şeyh Said Ayaklanması ve Gerçekler-3 adlı makalesinden-Bilal N.Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye`de “Kürt Sorunu” (1924-1938), Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Ankara 1975, s.20-22.)

Netice itibariyle duyduğu mesuliyetten dolayı kıyam eden bir Şeyh`e, İngilizlere yaranmak için isyan etti demek, en hafif tabirle ölünün arkasından iftira etmek demektir.