Birinci Dünya Savaşı İslam alemini hercümerç etti. Savaşın sonucunda Batılılar içimize yerleşmekle kalmayıp, Müslümanlara seküler bir hayatla birlikte ulusalcılığı dayattılar. Bahsettiğimiz süreçten en çok etkilenen milletlerden biri Kürtler oldu.

İngilizlerin yönetmenliğini yaptığı filmin senaryosu gereği, Skyes-Picot isimli aktörler, İslam coğrafyasını cetvelle adı sanı bilinmedik ailelere pay ederken, tarihin kadim topluluklarından olan Kürtleri unutuverdiler.

Unutmakla kalmayıp, lazım olduğunda kullanılmak üzere Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında pay ettiler. Bu devletlerle herhangi bir konuda anlaşamadıklarında, Kürtleri maşa olarak kullanıp, söz konusu devletleri hizaya getirme politikaları güttüler.

Adı geçen bu ülkelerde, Batılılardan kötü bir şekilde kopya edilen, imitasyon rejimler oluşturdular. Böylece Batı güdümlü hale gelen bu rejimler, Kürtlerin hak taleplerine katliamlarla karşılık verdiler.

Bazen Kürtler; “Bizlere Arap, Türk ve Farslar zulmediyor” yanılgısına düşebiliyorlar. El hak ilk bakıştaki görüntü bunu gösteriyor. Resme geniş çerçeveden bakanlar, görünürdeki bu durumun arkasında ABD, İngiltere, Fransa gibi Batılı devletleri hemencecik görebiliyorlar. Bence bütün Kürtlerin, esas zalimleri tanıması açısından, bahsettiğimiz büyük resimde son saydığımız devletleri görmeleri gerekiyor.

Yıllarca Osmanlı sınırları içinde yaşayan Kürtler, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kıyımdan geçirildiler. Şeyh Said’in İslami kıyamını kanla bastıran Batı tipli yeni rejim, Zilan ve Dersim gibi yerlerde Kürtler’in; “Evladı Kerbelayık! Bîhatayık!
Ayıptır, Zulümdür, Cinayettir.” sözlerine kulak asmadılar. Katliam düzeyindeki bu uygulamalara, kuruluş aşamasında yapılan yanlışlar diyecek olanlara, 12 Eylül’ü hatırlatmak gerekiyor. Çünkü 12 Eylül, Kürtçe’nin üzerine bir kâbus gibi çöktü.

Kürtler, Suriye’deki en temel vatandaşlık haklarından mahrumdular. Hakeza İran’da durum bir tık iyi olmakla birlikte, Allah’ın kavimlere tanıdığı hakların kullara verilmesi hususundaki problemler devam ediyordu.

Irak ise işi Enfal operasyonları ile toplu kıyıma kadar götürdü. Saddam, Batılılar adına İran ile savaştığından, yine Batılılardan aldığı güç ile Kürtlere karşı kıyımın iki ana yöntemini de kullanıyordu.

Bilindiği üzere, bir milleti yok etmenin iki temel yolu; toplu sürgün ve toplu kıyımdır. Saddam iki yöntemi de kullanmaktan çekinmiyordu. Çünkü Batılılardan aldığı cevazla hareket ediyordu. Bilumum Batı’nın destek verdiği Saddam, onlardan aldığı güçle, Kürt coğrafyasında aşiretleri yerlerinden oynatıyor, Arapların bulunduğu bölgelere zoraki göçe tabi tutuyordu.

Bununla yetinmeyen Irak’ın BAAS yönetimi, kendi vatandaşları olan Kürtlere karşı, Enfal adı altında bir operasyona girişti. 1986-1989 yılları arasında ortalama 180 bin Kürdün katledildiği bu operasyonların doruk noktası, 16 Mart 1988’de yapılan Halepçe katliamı idi.

Beş veya altı bin civarında Kürdün katledildiği bu kent, aslında; “Domuzdan post, gavurdan dost olmaz” atasözünün ete kemiğe bürünmüş haliydi. Çünkü 1918’den sonraki tüm Kürt katliamlarının perde gerisinde, şu zamanlarda Kürtlere şirin görünmeye çalışan ABD ve Avrupa olduğu gibi, Halepçe Katliamının da gerçek müsebbipleri bahsi geçen Batılı devletlerdi.

İnsan hakları denildiğinde mangalda kül bırakmayan bu devletler, kendi laboratuvarlarında ürettikleri toplu kıyım kimyasallarını, Saddam denilen canavara vermekten imtina etmiyorlardı.

Heyhat ki halihazırda israil, ABD ile birlikte ortalıkta Kürtlerin dostuymuş gibi dolanıyor. Maalesef bu yalana inanan Kürtler de var.

Hâsılı kelam büyük fotoğrafı görmek gerekiyor.