Medeniyetimizin İzinde; Endülüs -2-
Tarih 711 yılını gösterdiğinde dünyanın karanlıkta kalmış bir yüzüne ışık vurmaya başlamıştı.
Bu ışık öylesine güçlüydü ki kısa bir zaman zarfında İber yarımadasını tamamen aydınlatmıştı.
Karanlığa alışmış gözler, gördükleri ışığın etkisiyle kamaşıyor ve insanlar akın akın ışığa doğru ilerliyordu.
Avrupa’nın değişik bölgelerinden Kurtuba’daki eğitim kurumlarında eğitim görmek için gelenlerin sayısı öyle artmıştı ki; tarihi kaynaklara göre o dönem kırk bin civarı nüfusu bulunan Paris’e kıyasen Endülüs’ün başkenti Kurtuba’da yaklaşık iki yüz bin hane mevcuttu.
Ayrıca yüzlerce cami-medrese ve kütüphanenin varlığı sarmıştı Kurtuba’nın dört bir tarafını. 400.000 elyazması kitabı bünyesinde barındıran kütüphanenin o dönem için ne denli muazzam bir ilim üssü olduğu su götürmez bir gerçekliktir elbette.
Avrupa’da hastaların içine şeytan kaçtığı inancıyla rahipler tarafından şeytan çıkarma ayinlerinin düzenlendiği ve cerrahlığın Papalık tarafından yasaklandığı bir dönemde Kurtuba’da yüze yakın hastane bulunuyordu.
El-Zehravi o döneme kadar yapılmamış ameliyatlar gerçekleştiriyor, Abbas ibn Firnas, dünyanın ilk uçuşunu gerçekleştiriyordu. Bunlar gibi yüzlerce bilgine ev sahipliği ediyordu Kurtuba.
İbni Rüşd…
Kilise ve Papalığın korkulu rüyası… Kendisinden yüzlerce yıl sonra gelen Batı-Aydınlanma anlayışının önde gelen isimlerini etkileyen kişi…
İbni Rüşd, insanları düşünmeye ve aklını kullanmaya davet ettiği için Papa tarafından kitaplarının okunması engellenen ve kitapları yakılan kişidir.
Papa haklıydı, kendi çıkar saltanatını devam ettirmeli, bunun için insanların düşünmesine ve akletmesine mani olmalıydı. Arthur Schopenhauer’un dediği gibi karanlığın devamı için “Belli bir cehalet düzeyi önkoşuldu.”
Ancak Kurtuba’daki üniversitelerde eğitim gören öğrenciler memleketlerine dönüyor ve buradaki eğitim kurumlarında gördüklerini taklit ediyorlardı. Nitekim bugün dünyanın en prestijli üniversiteleri arasında gösterilen Oxford, Cambridge, Paris ve Bologna gibi üniversitelerin temelinin o günlerde atıldığını hatırlatmakta fayda vardır.
Yine Kurtuba’daki üniversitelerde okuyup sonrasında ‘2. Silvester’ müstear adı ile Papa olmuş kişinin Kurtuba’da görmüş olduğu Tıp, Astronomi, Mühendislik bilgilerini Hristiyan dünyasıyla paylaşması neticesinde Avrupalı bilginlerin bu anlatılanları illüzyon olarak yorumlamış olması, Endülüs-İslam medeniyetinin o dönem için ne kadar ulaşılmaz bir noktada olduğunu gösteriyor bizlere.
Peki, bu medeniyete yabancı olanlar nasıl bakıyordu?
Americo Castro, “Ordularımız İşbiliye’yi gördüklerinde hayretlerini gizleyememişlerdi. Çünkü sanat, iktisadi gelişme, sivil düzen, teknoloji, bilimsel ve edebî üretimde, Hıristiyanlar hiçbir zaman bunun bir benzerine sahip olamamışlardı” diyerek bu medeniyetin muhteşemliğini gözler önüne sermiştir.
Yakın zamanda Endülüs üzerine araştırmalar yapan William Montgomery Watt, “İnsan Müslümanların tecrübe, tefekkür ve yazdıklarının azametine vakıf olunca anlamaktadır ki, eğer Müslümanların yardımı olmasaydı, Avrupa ilim ve felsefesi vaktinde terakki edemeyecekti” demiştir.
Watt, kitabının başka bir yerinde: “Biz Avrupalıların kör gözü İslam kültürüne olan borcumuzu görmeye engeldir. Geçmişten gelen mirasımıza İslam’ın yaptığı katkının kıymetini bazen küçümsüyor, bazen de tamamen görmezden geliyoruz.’’ diyerek İslam kültürüne olan hayranlığını ifade etmiştir.
Fransız fizikçi Pierre Curie ise: “Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı. Atomu parçalayabildik, eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı elimize ulaşmış olsaydı, bugün çoktan uzayda galaksiler arasında seyahat ediyor olacaktık” demiştir.
Endülüs, bir hayal değil, efsane hiç değil. Medeniyetimizin yıldızlarından biridir.
Yüzlerce yılda inşa edilen bu medeniyeti kısa bir sürede imha edenler bize tepeden bakıp ders verir bir konuma gelmişlerse bu bizim geçmişle bağımızı koparmamız ve geleceği okuyamamamızdan kaynaklanmıştır.
Sağlam bir zemin üzerinde sabır ve kararlılıkla yeni başlangıçlar için hiçbir zaman geç değildir.
Devamı haftaya Cuma günü…