İçinde Libya genelkurmay başkanının olduğu jet elektrik arızasından düşmüş. Tamamen tesadüfmüş. 11 Kasım’daki askeri kargo uçağının düşmesi de öyle açıklandı ya.

Haydi farz edelim görünen manzara öyle. Yalnız illet ile sebep maalesef birbirine karıştırılıyor. Mesela suyu buzdolabına koydunuz, bir saat sonra suyun neden buz haline geldiğini izah ederken şu ayrımı yapmak zorundasınız: “Suyun donmasının illeti; dolaptaki ısının sıfırın altında olmasıdır, donmasının sebebi ise suyu dolaba koymaktır.”

İllet yokken sonucun, sebep yokken de illetin meydana gelmeyeceği gerçeği, bize, tesadüf diye bir şeyin asla olamayacağını bunun tevafuktan kinaye ile kullanıldığını anlatır. Çünkü mümkünat, mevcudat veya mahlukat dediğimiz bu kozmos, ahiret gibi kudrete değil hikmete dayalı. Ve hadiselerin sebebini illetinden ayıramamak ciddi bir hukuk problemi demektir.

Sebep olan katilin kim olduğunu herkes tahmin ediyor fakat, ustaca gizlendiği için mesele, illetlerin ötesine götürülemiyorsa o zaman mesajı okumak için ibranice bilmeye lüzum yoktur: “Böyle oynayalım, hamle sırası sende.” Peki bunun için kozlara bakılacaktır.

Daha açık söylersek, Netenyahu, son senelerde Türkiye’ye karşı dozunu giderek artırdığı fiili bir soğuk savaş başlatmıştır. Soft power değil cold power kodunda ancak ciddi uyarılarda bulunmak istediklerinde ise yirmibeşinci kareye hot power yani sıcak savaş imajı yerleştiriyorlar.

Türkiye ile diplomatik veya ticari ilişkilerin devam etmesi, bu savaşa engel değil. Çünkü kural belli; sahada başkaları da varmış gibi kabul edilecek ve tarafların her biri aynı anda körebe olacak.

Peki işgal rejiminin yetenekleri ve kozları belli. Türkiye’nin kozu ne? Ya da işe yarar mı?

Petrol ve doğal gaz gibi kaynaklardan mahrumiyeti yanında herhangi bir alanda endüstriyel üstünlüğü olmayan Türkiye’nin, sözkonusu israil olunca NATO’daki konumu da boşa düşeceği için eli zayıf mıdır? Belki zahiren öyle.

Ancak günümüzde para, kaynak, silah, sanayi ve teknoloji gibi açık güç göstergelerinin bağımsızlığı koruma, savunma ve bölgesel güç iddiasında yeterli olmadığı da malum. Avrupa’nın motor ülkelerinde bunların hepsi var ancak ABD’ye bağımlı olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Yahut, körfez ülkelerinin parası, petrolü, gazı var ancak onların da irabda mahalli yok. Daha da ötesi iman ve cesaretinden başka hiçbir şeyi olmayan Afganistan’ın hikayesi ortada.

Kozlara gelmeden bir parantez daha açalım. Siyonistlerin en büyük zaafları akıbeti düşünmemeleridir.

Öykünün en başına gidersek; kardeşlerine komplo kuruyorlar ama sonrasını zerre kadar düşünmüyorlar. Mesela şöyle bir muhakemeleri yok: “Diyelim ki Yusuf’u kuyuya attık ve kurt yedi diye yalan söyledik. Ya yalanımız tutmazsa, ya babamız, Yusuf’a sahip çıkmadık diye bizi cezalandırırsa ya Allah, bu olayın aslını babamıza bildirirse ya yanlışlıkla biri kuyudan Yusuf’un ölmüş bedenini çıkarırsa ya içimizden biri oyun bozanlık edip birine suçumuzu ifşa ederse..”

Bu tuhaf kavmin, Kur’an’da anlatılan bütün kıssalarında da aynı zaafları nazara verilir. İşin sonrasını hesap etme gibi bir özellikleri yoktur. Genlerindeki bu eksiklik Asrı Saadetin onlarla ilgili sahnelerinde de çok barizdir.

Şimdi de değişen bir şey yok: Bu kadar sivili böyle vahşice soykırımdan geçirirken, dünya halklarında kendilerine yönelik nasıl bir nefret birikir, nasıl dışlanırlar, nasıl bir tiksintiye maruz kalırlar hiç akletmiyorlar.

İşte Türkiye’nin de en büyük kozu başta bu olmalıydı. UCM’de ve farklı platformlarda kısmen bunu anlattı. Bizzat TRT ile işgal rejiminin kirli yüzünü dünyaya aktarma çabası önemliydi. Ama bir çok alanda maalesef hep sınırlı kaldı.

Ticari ilişkilerin komple kesilmesi bir yana devlet olarak boykota bırakın dolaylı destek olmayı, neredeyse boykotu kırmak için elinden geleni yapan bir şaşırtıcı tutum sergilendi.

Bu ülkede de vatandaşlığı varken gidip soykırıma katılanları en azından vatandaşlıktan atmayı ise hiç tartışmadı bile.

Sadece mitinglere izin verdi, kendisi de devlet olarak miting yaptı.

İstediği zaman istediği uçağınızı düşüren bir düşmana irili ufaklı mitinglerle, bir iki sert sözle mukabele etmeye devam edilecekse bunun varacağı yer Suud ve benzerlerinin yaptığı gibi teslim olup normalleşmeye hız vermektir.

Maalesef, bu savaştaki her adımında işgal rejimi, Türkiye ile ilgili hedeflerine biraz daha yaklaşmış olmaktadır.

Böyle giderse okus pokusla Golan tepelerini kendi haritalarına eklettikleri gibi Suriye yönetiminde ağırlıklarını belli edecekler.

Dirâyet ya Hu.