Kim demiş zamanda yolculuk mümkün değil diye?

Biz, geçmişi okuyup bugünü yaşayan insanlar, geleceğe mesaj gönderemez miyiz?

Dün İmam Şâfiî, Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî, İmam Buhârî, İmam Gazâlî ve daha niceleri bize zaten mektuplar göndermedi mi? İnancın temellerini, amelin inceliklerini, Peygamber Efendimiz’in rehberliğini anlatarak hem aklımızı hem kalbimizi vahyin ışığıyla aydınlatmadılar mı?

Hadi gelin, bugün biz de hayal gücümüzle bir zaman yolculuğuna çıkalım.

Geçmişle geleceğin birbirine mektup yazabildiği bir makine hayal edelim…

Sıradan bir gün…

Posta kutunuza bakıyorsunuz. Gelen mesajlar arasında bir tanesi dikkatinizi çekiyor.

Gönderen kısmında şu isim yazıyor:

Ebu Hâmid Muhammed el-Gazâlî.

Ne hissederdiniz?

Muhtemelen önce etrafınıza bakar, “Biri şaka mı yapıyor?” diye düşünürdünüz.

Kalbiniz hızla çarpmaya başlar, nabzınız yükselir, göz bebekleriniz büyür.

Bir yandan merak, bir yandan heyecan…

Mektubu açmak istersiniz ama bitince o büyünün sona ereceğinden korkarsınız; tıpkı elindeki şekeri bitmesin diye yemek istemeyen bir çocuk gibi.

Ama merak ağır basar ve mektubu açarsınız…

Bismillahirrahmânirrahîm…

Hamd âlemlerin rabbi olan Allah’a, salat ve selam O’nun habibi Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) üzerine olsun…

Ey gerçeğin peşinde olan insanlar!

Biliniz ki Allah katında en değerli olanınız; en bilgili, en çok konuşan ya da en çok takip edilen değil, en çok takvâ sahibi olanınızdır.

Farklı düşünmek, ilim ehli için doğal bir şeydir; çünkü anlayışlar farklıdır.

Ama bu farklılık kalplere kin, dillere gıybet düşürmemelidir.

Farklılıkların konuşulacağı yer, ilim meclisleridir; ekranlar ya da sosyal medya değil.

Biz, bilgiyi ihlâsla harmanlar, amelimizi hikmetle süslerdik.

Siz bizim kitaplarımızı okuyup raflarınızı doldurdunuz; ama kalplerinizi boş bıraktınız.

Dinin dışını süslediniz; fakat içini boşalttınız.

Oysa din, kabuk değil, özdür.

Topluluklarınızı büyüttünüz; ama kardeşliğinizi küçülttünüz.

Herkes kendi yolunu “hak yol” ilan etti, ama hakikatin ışığını halkın gönlünde sönük bir kandile çevirdiniz.

Ey hakikati arayanlar!

Kim daha çok takipçi toplar, kim daha büyük bina yapar, kim daha fazla bağış alır diye birbirinizle yarışmayın.

Takva, sakalın uzunluğu ya da başörtüsünün biçimiyle ölçülmez.

Takva; haramlardan uzak durmak, kalbi temiz tutmaktır.

Ey hakikati arayanlar!

Düşünmekten korkuyor, sorgulamaktan utanıyorsunuz.

Oysa iman; düşünmenin, fark etmenin, idrak etmenin sonucudur.

Kör bir teslimiyet değil, bilinçli bir kabulleniştir.

Ey Müslümanlar!

Benim zamanımda insanlar, Allah için yola çıkardı; sizin zamanınızda insanlar, Allah adına kendini yüceltmeye çıktı.

Din, bizim için bir dirilişti, sizin için aidiyet. İslam bizim için bir emanetti, sizin için bir etiket…

Sizi birbirinize düşüren, din değil; nefislerinizdir.

O yüzden özünüze dönün.

Kalplerinizi yeniden temizleyin.

Unutmayın:

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran suresi-103)