Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selam da O’nun pak Rasulüne olsun.

Geçtiğimiz dönem Gelişim Psikolojisi dersinde ölüm konusunu işlerken hocamız şöyle bir cümle kurdu: “Ölüm anksiyetesinin nedenlerinden biri de öldükten sonra unutulmaktır. Hâlbuki herkes unutulur. Unutulmak neden bu kadar kötü olsun ki? Yaşarız, birtakım işler yaparız ve ölürüz. Belki de unutulma korkusunu bıraktıktan sonra, unutulmayı kabullendikten sonra ölüm bize normal gelir.”

O an düşündüm, çok doğru bir fikirdi bu ama ne var ki insan ebediyete meftundur. Ölür, gider ahirete yani ebedi âleme ancak yine de arkasında bir iz bırakmanın derdini taşır. Yani ölmeden önce hep bunu düşünürüz: “Bir iz bırakabildim mi?”

Birkaç gün önce halamı ebediyete uğurladık. Taziyeye giderken otobüs Misis köprüsünün üzerinden geçti. Söylenti odur ki Lokman Hekim ölümsüzlük iksirini bulmuş ancak tam Misis köprüsünden geçerken Azrail aleyhisselam eline vurup o iksiri/formülü düşürtmüş. Elbette bu bir efsane… Ancak oradan geçerken şunu düşündüm: Ölümsüzlük iksiri diye bir şey var. Bu bir yiyecek ya da içecek değil ancak bir duruş, bir davranış…

Ölümsüzlük iksiri isteyen iyilik yapsın, kendisi ve geride kalanları için iyi bir çevre biriktirsin. Ölümsüz olmak isteyen, amel defterini açık bırakacak ameller işlesin. Nedir bu ameller? Efendimiz(SAV) kısa ve öz şekilde bildiriyor: "İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlat." (Müslim, Vasiyye, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)

Sadaka-i cariye; hastane, yol, aşevi, su kuyusu, köprü gibi halkın yararına olan şeylerdir. Tıpkı bir şirketin hissesine ortak olur gibi bu tür hayırlara da ahiretimiz için ortak olmak gerek. Kendisinden faydalanılan ilim deyince aklımıza hep büyük ve boyumuzu aşan ilimler geliyor. Büyük buluşlar, icatlar vs… Hâlbuki belki küçücük bir tweet bizim amel defterimizin açık kalmasına vesile olacak, bilemeyiz. Belki yalan söylememeyi öğrettiğimiz küçük bir çocuk… Kendisi öğrenip bu silsileyi devam ettirse çığ gibi büyüyen bir sevap yumağı olmaz mı? Belki kendisine küçük bir ikramda bulunup da gönlünü İslam’a ısındırdığımız bir genç… Kur’an-ı Kerim öğrettiğimiz yakınlarımız, komşularımız… O yüzden hiçbir işi küçümsemeyelim.

Bu hadis-i şerifin en tatlı ve en teselli edici kısmı son kısmı gibi geliyor. Zira bu kısım, geride kalanların çocuklarına, dua ettikçe ferahlayacakları bir imkân tanıyor. Vefat eden yakını azap çekiyorsa bile kurtarmak sanki geride kalanın elindeymiş gibi bir güven hissi veriyor. Böylelikle evlat, anne/babası hakkında çaresizce ağlamak yerine dua ederek onu yükseltmeyi hedefliyor.

Başkasını düşüneni Allah da düşünür, zira Allah, insana annesinden daha şefkatlidir. Hâlâ elimizi açabiliyorken dua edelim önden gönderdiklerimize ve kendimize… Rabbim akıbetimizi hayır eylesin. Âmin.