5 Ağustos’ta ilk oturumunu yapan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu dört ayda 19 kez toplandı. 135 kişi ve kurumu dinleyerek 1145 sayfa tutanak tuttu. Ardından “İmralı’ya gidilsin mi yoksa uzaktan mı dinlensin” yersiz tartışmaları da geride kalırken, şimdi sıra partilerin komisyona sundukları-sunacakları raporlarla “Terörsüz Türkiye” süreci devam ediyor.

Şu ana kadar MHP ve DEM Parti, raporlarını Meclis Başkanlığına sundu. Tüm partilerin raporlarının toplanması, değerlendirilmesi ve Pkk’nın silah bıraktığına dair kanaatin netleşmesi sonrası sürecin son aşamasında Meclisin gerekli yasal düzenlemeleri ele alması bekleniyor. Doğal olarak tüm partiler, sürece dair raporu kendi ideolojik ve siyasal bakış açıları üzerinden değerlendiriyor.

Silah bırakma kararı veren Pkk’nın siyasi uzantısı DEM Parti’nin hazırladığı raporun önemli bir bölümünü gözden geçirdim. 99 sayfalık rapor, Türk-Kürt halklarının kardeşliği ve birlikteliğinin Malazgirt’le başladığı, Osmanlıyla devam ettiği, Cumhuriyet dönemine geçişte ve 1921 anayasasında da bulunan bu belirgin kardeşlik ve kurucu unsur pozisyonunun 1924 anayasası sonrası zulme dönüştüğü anlatılıyor.

Rapordan bir bölüm:

“Bu bağlamda 1925 (Şeyh Said ve arkadaşlarının idamı), Ağrı İsyanları, Zilan Deresi ve resmi kayıtlara “Tunceli Tenkil Harekâtı” olarak geçen üç temel kırılma anı, (1926/27/30-1938) literatürde yalnızca “isyan bastırma” operasyonları olarak değil, Cumhuriyet’in “doğu vilayetlerinde” merkezileşme, iskân ve Türkleştirme siyasetinin askerî-siyasal açıdan en sert ve trajik safhaları olarak kabul edilir. 1937-38 Dersim katliamına kadar sürecek olan bu dönem, tekçiliğe, inkara ve asimilasyona dayanan ulus devlet kimliğini kalıcılaştıran, sisteme kavuşturan yıkıcı bir şiddet dönemi olarak da nitelendirilebilir. Ayrıca bu yıllar, Kürtlerin kolektif hafızasında devlete karşı derin bir güvensizlik ve travmanın milatları olarak yer etmiştir.”

Alıntıladığım bu bölümde belirtildiği gibi Kürt halkına yönelik tekçi ulus devlet ayaklı büyük bir asimilasyon politikası başlatılmıştı. Ancak DEM Partinin yaşanan zulümleri genel anlamda etnik temele dayandırması raporu kısırlaştırıyor. Oysa ırk eksenli başlatılan batı destekli faşist Tek parti zulmünün asıl nedeni; Kürt halkının sıkı sıkıya bağlı olduğu İslam’a yönelik düşmanlıktı. Kutsala ve değerlerine yönelik saldırılar ile başlayan sürecin Şeyh Said gibi alimlerin, kanaat önderlerinin idam edilmesiydi ki; DEM partinin raporunda bunu salt ırksal bir düşmanlıkla açıklaması tarihi gerçekleri ya görmemek veya gizlediği anlamına geliyor.

Bir diğer dikkat çekici husus ise, tek parti döneminde yaşananların raporda doğrudan CHP adı anılmadan, “tekçi”, ulus devlet” gibi soyut kavramlarla geçiştirilmesi, “Kent uzlaşı ortaklığına halel gelmemesi için olsa gerek...

Ama gelin görün ki CHP Genel Başkanı Özgür Özel aynı hassasiyeti taşımıyor... Geçtiğimiz günlerde parti Kurultayında konuşan Özel "Bir Stockholm Sendromu'na kapılmamaya, dün elinden zor kurtulduğunuz celladınıza âşık olmamaya davet ediyorum" dedi, DEM Parti tepki gösterince de yan çizdi...

Özgür Özel, bu söylemini, son 23 yılı AK Parti’nin iktidar olduğu devletin Pkk’yla mücadelesini baz alarak DEM Partiye yönelik söylemişti.

Özel bu sözleri sarfederken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi “Aynaya bak”ması halinde Kürt halkına yönelik Koçgiri, Dersim, Zilan deresi gibi daha birçok toplu katliamın failinin şu an başkanı bulunduğu CHP’nin o dönemki tek parti iktidarı olduğunu net bir şekilde görebilir.

Aslında ortada bir Stocholm sendromu var… Ancak Özgür Özel’in çarpıttığı gibi DEM Parti’nin Terörsüz Türkiye kapsamında masaya oturması değil. Buradaki asıl Stockholm sendromu; tek parti iktidarının Kürt halkına yönelik katliamları ortadayken, kendilerini Kürt halkının sözde temsilcisi gören DEM Parti’nin 1930’ların tek parti iktidarının günümüz temsilcisi CHP’yle seküler bir zihniyette ortaklaşması, Kent uzlaşısı gibi birçok projede işbirliğinde bulunmasıdır.

Neyse, DEM Partinin raporuna dönelim. Konu silah bırakmakken ne alaka diyebileceğiniz öyle absürd bazı talepler var ki insanın hayreti iki katına çıkıyor. Kürt halkının bu topraklardaki bin yıllık geçmişine atıfta bulunulurken dindarlığından(İslam) söz edilmemesi bir yana, Müslüman halkın Müslüman çocuklarına verilen “Zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesi” isteği anlaşılır gibi değil.

Raporda Abdullah Öcalan’ın 1978’de Pkk’yı kurarken Marksist Leninist bir düşünce üzerine inşa ettiği örgüt anlatılırken nedense Müslüman bir topluma komünizmin empoze edilmek istendiği ve kurtarıcı gibi gösterildiğine değinilmiyor. Müslüman Kürt halkına Komünizm dayatması neden?

En iğreti duran talep ise; LGBT+ gibi sapkın güruhların “Cinsel yönelim” arzularının engellenmemesi isteği, “Kadın özgürlüğü ve toplumsal cinsiyet eşitliği” yaklaşımının desteklenmesi, “İstanbul Sözleşmesi’ne dönülmesi” ve “6284 sayılı Kanun’un etkili biçimde uygulanması” gerektiği belirtiliyor.

Cinsiyetsizleştirme çabalarının dünya ölçeğinde bir proje olduğunu, bunun Türkiye ayağını yürüten kliklerin bu ifsadı gizli yayarken Pkk/DEM grubunun ise aksine bu sapkın güruhu açıktan destekleme cüreti gösteriyor olması ayrı bir facia…

Pkk/DEM cenahının son 20 yıldır “Kadınların özgürleştirilmesi” sloganıyla sürekli Aile kurumunu hedef alan, bireysel yaşamı özendiren, sonucunda ise kadını ahlaksızlığa sürükleyerek toplumu ifsat eden bir politika izlediğini görüyoruz.

Bünyelerinde bulunan belediyelerin kültürel imkânlarını aileye düşman STK görünümü altındaki sapkın zihniyetli kişilerin hizmetine sunarken, bu gibi merkezlerde verilen ücretsiz eğitimlerde Aile kurumu düşmanlaştırılıyor, genç kızlar, kadınlar bireysel yaşama özendiriliyor.

Sonrası malum; “Jin Jîyan Âzadî” sloganlarıyla başladıkları toz pembe hayallerin gerçekleşmesini bekleyen genç kızlar ve kadınların bir anda kendilerini uyuşturucu, fuhuş, aldatma ve sapkın fikri ve fiziki bataklıklarda bulduklarına şahid olunuyor. Keşke gerçek olmasa ama bu zihniyetin dokunduğu tüm yerler ve şehirlerde maalesef bu acı gerçekler yaşanıyor.

Geçtiğimiz günlerde meclis genel kurulunda AK Parti Grup Başkanvekili Leyla Şahin Usta’ya hitaben çıkışan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in “LGBT+..” sapkınlarını savunurken daha da ileri giderek ‘’LGBT+ çocuklarının ayrımcılığa uğradığını biliyor musunuz’’ şeklindeki fecaat sözleri, sapkınlığı çocuklara kadar bilinçli indirgeyen bu kirli zihniyetin sapkın amaçlarını ortaya koyuyor.

İslam’a ve değerlerine, kültürümüze, örfümüze düşmanlık yapıyorsunuz anladık da, ya hangi din ya da insanlık masum çocuklara atfettiğiniz sapkınlığı meşru görüp normal karşılayabilir!..

Ama en çok merak ettiğim ne biliyor musunuz? Ne İmralı’daki şahıstan duyduğumuz ne Kandil’den açıklanan ne de DEM Parti’nin bu son raporda yer vermediği Türk-Kürt on binlerce insanı katlettikleri zulmü ve tüm Türkiye halkına yaşattıkları acılara karşılık gönülden pişmanlık ve samimi bir özür!..

Silahın çözüm olmadığını 47 yıl sonra anlayıp bırakıyorsanız, en azından söylemlerinizde pişmanlığınızı ifade edip Ortabağ Köyü, Pınarcık, İkiyaka, Çevrimli, Susa, Başbağlar, Dürümlü ve daha birçok köy ve şehirdeki toplu katliamlar için; Yasin Börü, Eren Bülbül, Necmettin ve Aybüke öğretmenler gibi on binlerce maktülden, yakınlarından ve halkımızdan özür dileyerek insani ve ahlaki sorumluluğu yerine getirmeliydiniz...

Toplumsal barışın sağlanabilmesi yalnızca silahların susmasıyla değil; hakikatlerle yüzleşerek mümkün hale gelebilir. Bu sadece Pkk için geçerli değil.. İktidarın da Devlet olmanın muktedirliğini göstererek, “Eski Türkiye” zihniyetine dair tüm izleri silip yeni bir sayfa açmasıyla mümkündür. “Terörsüz Türkiye” hedefi ancak Akl-ı selim bir inanç ve cesaretle gerçekleşir.