Toplumda borçlar ilişkisini anlamaya devam ediyoruz:
Borç hukuku her toplumun kendi iç meseleleri açısından en çok iç içe olduğu ve ilgilendirdiği bir asli unsurdur.
Varlık sahibi birinin, bir başka muhtacın ihtiyacını gidermesine borç denir. Borçlar kulluğun görevleri arasında önemli bir yer alır. Borçlar da diğer muamelat gibi biri yatay diğeri dikey olmak üzere ikiye ayrılır. Kulun kula verdiği borcun en iyisi, aynıyla eksiksiz ve kendi şartları içinde ve zamanında ödenen bir borç çeşididir. Bu borç yatay olan bir borç biçimidir. Bu çeşit bir borçta fazlalık veya hediye şartıyla verildiğinde ribaya evrilerek borç normal bir borç olmaktan da çıkmış olur. Borcun, bir de dikey biçimi vardır. O da kendi şartları içinde isteyene verilen bir borç biçimidir. Bu borcun başında geri verilmesi aynıyla verilme şartı yoktur. Akdin başında pazarlık yapılarak kat kat fazlalaştırma şartının koşulması ribaya girmeyen bir borçlanma şeklidir. Bu borçta da muhatabı tüm kullardır. Ancak borç isteyen ise, Alemleri yaratan Yüce Allah’ın kendisidir.
İkinci borç çeşidindeki fazlalık kesin, ama miktarı asla belli değildir. İkinci borç çeşidinin tüketimi yine kullardır. Bu çeşit borçta veren de kul, alan da kul. Ancak ödeme makamı ise Yüce Allah’ın kendisidir. Fazlalığı da kesin olan bir borç biçimidir.
Burada bir detay vardır. O da borcu isteyen Yüce Allah, veren varlıklı bir insan ve borcu alıp ihtiyaçlarını gideren ise muhtaç bir insan. Buradan hareketle, muhtaçlığın çok da kötü bir hayat şartı olmadığını öğreniyoruz. Muhtaca, varlıklı insan tarafından verilen imkanlar da Yüce Allah’ın mülkünden verilen bir vekalet ve emanet mülkiyetidir. Kur’an-ı Kerim’de geçen tüm rızık kelimelere Yüce Allah’a isnad ediliyor. Burada kulun Yüce Allah’a karşı olan üç büyük misakdan biri olan emanet misakı üzerinden konuya bir ruh veriliyor. Çünkü, veren verdiğinin asıl sahibi değil, yanında emanet olarak alıp tasarruf ettiği ruhu kaybetmemesi gerekir. Alanın da verenin karşısında bir mahcubiyeti ve eziklik psikolojisinden bağımsız bir ruhla alması gerekir. Bir mal üzerinden iki kulunu birden imtihan etmek ister.
Burada kulun kulla olan kardeşlik ve dayanışma ruhunun diri kalması için kendisi direk olarak muhtacın ihtiyacını gidermek yerine, onu başka bir kardeşi tarafından temin ettiriyor. Burada görevini yerine getiren her iki kulunu da mükâfatlandıracağını buyurmuştur. Muhtaca vekalet ederek borcunu kendisi üstlenmek suretiyle muhtacı onore ederken, varlıklıya da kesinlikle ger dönüşü olan ve en alt limitinin ondan aşağı olmayacağının teminatını veriyor.
Ne var ki burada, kulun kula olan borcu aynıyla ödeme mecburiyeti varken, Yüce Allah hesap sorulamayan ve kula karşı mecbur ve mahcup olan bir makam olmadığı için, borcu hangi şekil ve maldan ve de ne şekilde vereceğini belirtmemiştir. Çünkü Yüce Allah bir ilah olarak borç istiyor. Bunu isterken kendisi kula karşı ne mahcup ne de mecbur gibi düşük bir makamda değildir.
Mesela; Hadid/ 11, Bakara/245, Bakara/261, En’am/160, gibi ayetlere baktığımızda bunların tamamı orada uzun uzadıya izah edilmiştir.
Toplumsal hayatın varlığını sürdürebilmesinin iki önemli sacayağı vardır. Onlar da siyaset ve iktisattır. İkisine de bizzat Yüce Allah’ın kendisi müdahildir. Böylece, Müslüman’ın siyaset ve iktisattan uzak kalmasını tasavvur etmek, Kur’an’ın ruhuna uygun değildir. Bugün Müslümanların en büyük sorunu, her iki alanı dinsizlere bırakmış olmalarıdır.