İslam iktisadında birden fazla akit çeşidi vardır. Bunlar “Ariyet, Vedia, Karz, Hibe ve Rehin” olmak üzere beşe ayrılır.

Müslüman Fakihler, İslam hukuk literatüründe hem bir bilgi hemde tatbikatında geliştirilen borçlar hukuku, başka hiçbir sistem ve ideolojide bulunmadığı kadar geniş ve ilkesel bir biçimde konu üzerinde durmuşlar.

Toplumun ihtiyaç duyduğu her konu hakkında, aslı Kur’an ve sünnette olan borçlar sistemi sistematik bir şekilde, belli başlıklar altında çok detaylı bir şekilde işlenmiştir. Bu yazımızda akdin sıhhat yönünden kısımlarını belirleyip fasit alışverişin mahiyeti ve bunun ahlaki boyutunu anlamaya çalışacağız. Hanefi hukukçular Sahih, Fasit ve Batıl olmak üzere üç kısım olarak sahih olmayan akdi izah etmişler.

Fasit alışverişi anlamaya çalışalım…

İslam’da bir akdin geçerli olma şartları şunlardır; “Ehliyet” “İrade Beyanı” ve “Akdin konusu” Bu şartları taşımayan bir alışveriş hükmen geçersiz olur. Fasit alışveriş, ya başlarken bu üç şarttan biri veya üçünü taşımayan, yahutta bu şartları taşıdığı halde, sonradan akdin yapıldığı meclis terk edildikten sonra yeniden akde yapılan değişiklikler alışverişi fasit kılar. (sonradan yapılan değişiklik sıhhat şartlarını taşısa bile.)

Böyle bir alışveriş hükmen faiz şubelerinden bir şubeyi barındırdığı için de masiyet barındırır. Geçerliliği açısından da taraflardan biri itiraz ederse akdin ilk şartları geçerli olur.

Konuyu İbni Abidin şöyle beyan eder; “Akit yapan taraflar ikaleden(sözleşmeden) sonra semenin(üzerinde alışveriş yapılan miktarın veya eşyanın) miktarında ihtilaf etseler ve delilleri de olmazsa(yani sonradan yapılacak değişiklikte) karşılıklı yemin ederler. Eğer mebi ve semen(alıcı ve üzerinde alışveriş yapılan şeyin kıymeti) kabzedilmiş olur ve alıcı ikale hükmü ile mebi satıcıya geri vermemiş bulunursa, bu takdirde yeminleşmeden sonra satış akdi, eski hali(ilk akid) üzere devam eder.(İbni Abidin, Dürrül Muhtar cilt/13. sahife/149 Tercüme)

İslam hukukunda ve Kur’an’da Yüce Allah muamelata çok yer vermiştir. Bakara/282. Ayeti, deyn ayeti olarak islam kültür külliyatına girmiş olup Kur’an’ın en uzun ayetidir. Kur’an, Yüce Allah’ın sınırları manasında “Hududullah” kavramını daha çok muamelat için zikreder. Bununla Kur’an, iki hayati konuyu bir çırpıda tanıtmış olur. Biri, Yüce Allah bununla laikliğin dinde yerinin olmadığını beyan etmiş oluyor. İkincisi, Yüce Allah sadece bizi ibadetlerle sınamıyor. Aynı zamanda muamelat dediğimiz kulun kul ile olan münasebetleri de belirleyerek ondan bizi mesul tuttuğunu beyan etmiş oluyor.

Kur’an muamelat üzerinde çok duruyor. İlk İslam hukukçuları bu konular üzerinde çokça kafa yorarak meseleyi en detayına varıncaya kadar izah etmişlerdir. Fakat son iki yüz yılda ise muamelatın üç konusundan yaptırımı olmayan ahlak sadece gündemde bırakılmıştır. Halbuki, ahlakı koruyan muamelat ve ukubat bu ikisi olmadan salt manada ahlakın toplumda ayakta kalması mümkün değildir. Cahili sistemler, İslam’ın muamelat ve ukubatını yasal olarak yasaklayıp kaldırdılar. Ahlak müeyyidesiz kalınca, kişinin dünya menfaatı onun ahlakını zaafiyete uğratır. Çünkü yaratan, insanın bu zaaf tarafını bildiği için ahlakın yanı sıra muamelat ve ukubatı koymuştur. Bu zaafiyet nesilden nesile tevarüsen katmerleşerek büyümeye çalışır. Gün gelir ki, toplumun ekseriyeti inançlı olsa bile, ahlaki konularda zaafiyet nükseder.

İşte, toplum bu duruma düşmesin diye İslam fakihleri akit ve akdın sahihliği üzerinde çokça durmuşlardır. Son olarak, bir alışveriş başlarken sıhhat şartlarını taşıması lazım. Bir mecliste akit yapıldıktan sonra onda yapılan ek değişiklikler de fasit olur.