Meseleyi Nahl/112. Ayeti kerimede geçen “fezakehellahu libasel-Cu’i vel-Hevfi” bağlamında iktisadi yokluğun bu yöndeki sebebini anlamaya çalışacağız.

Ayeti kerimeyi Kur’an ve onun ahlakı içinde konunun asıl sebebine varmaya çalışacağız. İslam iktisadı iki şeye prensip ve ilkesel olarak çok önem verir. Emeğe saygı/sa’ye önem ve toplumsal güveni sağlamak.

Kur’an’da, siyaset ve iktisat çoğu kere yan yana zikredilmiştir. Bu yan yana oluş bazen direk ve net kelimelerle bazen de üstü kapalı ifadelerle zikrediliyor. Emeğe saygı ve toplumun sulhu her asrın en önemli konularının başında gelir. Ayet, “Libasul-Cu’i vel-Havfi” bu bağlamda toplumda açlık hakim olmuşsa, o toplumda aynı zamanda güven kaybolmuş demektir. Mefhumu muhalifi, güven kalmaz. Ayette “cu’i” sözcüğünün havften sonra zikredilmesi iktisadın güvenle olan alakasını göstermektedir. Güvenin sağlanması, iktisadın normal olmasına bağlıdır.

Bir önceki ayette her insanın amelinin karşılığını görmesinden bahseder. Yani cuˆ ve Havf’ın elbise gibi topluma giydirilmesinin, o toplumda işlenen su-i amelden kaynaklandığını gösterir. Sonraki ayet ise peygamberliğin inkarından bahsetmesiyle açlık ve korkunun, toplumsal bir inkara insanı götürebileceğine işaret etmektedir.

Alel ıtlak aç kalmanın ötesini gösteren ayet, ezber bozucu bir duruma parmak basıyor. Bir toplumun açlıkla imtihan olması hemen hemen her toplumun mukadderatında olan tarihi bir hadisedir. Ancak ayeti kerimenin, açlık ve korkuya bir topluma “giydirilmiş” elbise benzetmesini nasıl anlamalıyız? Bu açlık ve korkuyla beraber, bu hali elbise gibi giyinmenin bu hale razı olmada bir tezellül durumunu göstermektedir. Bu bağlamda, böyle bir açlık ve korku, normal açlıktan çok daha farklı bir durumu izah etmektedir.

Niçin ayeti kerimede açlık ve korku yan yana zikredilmiştir? Çünkü Kur’an’da cihad-infak ilişkisinin çokça beraber zikredilmesini doğru anladığımız kadar bunu da yerinde anlayabiliriz. Çünkü bir İslam toplumu kendi değerler sistemi içinde açlığı ve korkuyu asla elbise gibi kabullenip giyinemez. Ama bir toplum düşünün Müslüman olmalarıyla beraber kendi içinde bir açlık ve korku yaşıyor. O zaman o toplumu kendi değerleri içinde ayakta tutan önemli ilkesel kayıplar söz konusu olmuş demektir. Bu manada toplumsal iktisadi ve güvenlik meselesinin, ümmete giydirilmiş/kabul ettirilmiş, dağınık ve birbirinden kopuk ferdiyetçi gayretlerle hal edilmesi mümkün değildir.

Batı, aynı parayı kullanarak iktisadi ve ortak güvenliği için askeri gücünü birleştirmiştir. Hayatın bu önemli iki sacayağında kendi içinde disipline olmuş durumda. Böyle sistemli ve teşkilatlanmış düşmana karşı dağınık bir ümmetin başa çıkması eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bu iki nokta toplumsal bir dayanışma ve yardımlaşmayı içselleştirmiş düzenli ve disiplinli bir yapı kurulmadan kurtulmak mümkün değildir. Bunun için dinamik bir ruhun Müslümanlarca kabullenmesi gerekir. Bu ruhu kaybeden bir toplumun bu düşüşünü açlık ve korkuyu elbise giyer gibi, ayetin bütün açıklığıyla ortaya koyduğunu tahayyül ediyorum. Bu hale düşüşün bir çok sebebi anlatılabilir. Bu fakire kalırsa derim ki, bir İslam toplumu ilahi sistemle ve Müslümanların Müslümanlar tarafından yönetilmesini bizim öncelikle bu durumu içselleştirmemiz gerekir.

Bir toplumun yönetiminde aynı inancı paylaşmayanlar tarafından ve sistem olarak inanmadıkları kaide ve kurallarla idare edildiğini düşünelim. Böyle bir toplumun açlıktan ve korkudan emin olmaları mümkün mü? İşte kanaatime göre bunun farkına varmamak, açlığı ve korkuyu yaşamanın ötesinde, elbise gibi giyip kabullenmek manasında olduğunu düşünüyorum.