Peygamberimiz; “Müminin ferasetinden sakının!.. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.” dedi. (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an)

Dikkat buyuralım lütfen! Peygamber Efendimiz olayları, olguları, siyaseti değerlendirecek olan Mü’min’in, “kerametinden sakının” demiyor. “Akademik unvanından, gücünden, silahından, zenginliğinden.. sakının” demiyor. Ferasetinden sakının diyor. Ben de onu arıyorum.

Peki, bu “feraset” kimdir veya nedir? Tarif edelim. Feraset: “Kişilerin veya devletlerin toplumsal veya siyasi ilişkilerinde yaşanan olayların iç yüzünü keşfedebilme, şimdiden gerçekleşen olaylar üzerinden, gelecekte olması muhtemel senaryoları öngörebilme, insanların binlerce maske takarak dışarıya yansıttıkları sahte tavırlarından ziyade, zihinlerinden geçenleri (gerçek niyetlerini, hilelerini) çözümleyebilme yeteneğidir.”

Yani Mü’min isek, kirli siyasetin bütün desiselerini çözümleyebilmeliydik. Çünkü mü’min Allah'ın nuruyla bakar. Allah'ın nurunun aydınlığı da insanın zahirini, batınını, toplumun şimdiki ahvalini ve geleceğini aydınlatır. Mümin, bu aydınlığın ferasetiyle, bir gören olur. Duydum ki zalimler sadece bu ferasetten korkuyorlarmış. Ben de onu arıyorum.

Oysa Emperyalizm ve Siyonizm, etrafımda kendine mü’min diyen milyarlarca insanla, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlar. Ve bu yığınlar, her seferde kokmuş peynire gelmeye devam ediyorlar. Ne oldu? Yoksa Mü’minin tanımı mı değişti?

Emperyalizm ve Siyonizm, asırlardır aynı oyunları oynayıp duruyorlar. Adı mü’min olan yığınlarda da feraset olmayınca, ipin ucunu görmüyor hep beraber kancanın üzerindeki yeme atlıyorlar. Defalarca, defalarca… hep aynı yemle avlanıyorlar.

İçimize sızdılar, adımızdan ad aldılar, bizden giyindiler, bizden yediler, bizim gibi okudular. Onları göremedik. Tüm makam odalarımıza, ordularımıza, haber kaynaklarımıza, çarşımıza-dükkânımıza, okullarımıza sızdılar. Onları göremedik. Ta ki devşirdikleriyle beraber bizi, kendileri gibi giydirip, kendileri gibi okur kılıp anlamaz-görmez bir ahmak taklitçi kılana kadar. Yok yok, o zaman bile göremedik. Kürd-Türk, Arap-Acem, Şii-Sünni… aramızda gördükleri farklılıkların hepsini aramızda sorun yaptılar, eski-yeni bütün yaralarımızı deştiler, bizi birbirimize kırdırdılar, böldüler, mü'mini mü'mine karşı kin ve nefretle doldurdular. Onları göremedik.

Artık her şeyi ulu orta yapıyorlar. Görmüyoruz çünkü hepimiz kör olduk. İşte Gazze! Halimiz ortada. Bir taraftan tüm küfür bütün karanlığıyla, küçücük bir coğrafyanın üzerine çullanmış bombalıyor, bebeklerini bombalarla parçalıyor, çocuklarını açlıktan kırıyor. İsimleri mü'min ismi olan liderler, o katillere trilyonlarca para veriyorlar. Görmüyoruz. Suçlu onlar ama kahraman da onlar! Katil onlar ama hakim de onlar! Tüm kötülüğü yapanlar onlar ama kötülükten rahatsız olan vicdan da onlar!.. Onlar bizi sömürüyor biz onlara şükrediyoruz. Onlar bizi öldürüyor biz durmadan onları övüyoruz. Yetti, gerçekten bu kadar çok saflık, bu derece aptallık yetti artık. Azıcık iyi polis rolüne büründüler mi hemen oltaya geliyoruz.

Şimdi Gazze'de aynı oyunu oynuyorlar, göremiyoruz. Bir şey yapılacaksa mü'min yapacak. Çünkü ancak mü'min yaparsa bir anlamı olacak. Emperyalizm'e karşı Emperyalizm’den yardım beklemeyelim artık. Siyonizm'e karşı yüzümüzü, yardım çığlıklarımızı, umudumuzu ikizi olan Emperyalizm’e çevirmeyelim artık.

Artık bizi sadece kınama, protesto, boykot, mali yardım organizasyonları ile oyalamalarına izin vermeyelim. Sakın yanlış anlamayalım. “Bunlar bir işe yaramıyor, vazgeçin!” demiyorum. Sadece bunlar kafirin zulümatını kaldırmaya yetmez, kâfir bunlarla zulümatı üzerimize yağdırmaktan vazgeçmez” diyorum. Ve “yapacaksa mü'min yapar. Mü'min, tüm umudunu kâfirin vicdanına dayamaz” diyorum.

Biz kör olduysak elimizdeki lambaların görmemize ne faydası olacak ki. Kör olduk çünkü, Allah'ın nurunu terk ettik, zulümatta kalmayı tercih ettik. Aydınlığı terk eden göremez, zulmetin karanlığına gömülenin Allah'ın nuruyla görme olasılığı yoktur. Zulmeti seçen, zulüm de görür elbet.