Hayat bir nevi iletişim ve ilişkiler dizgesidir. Bu iletişimin şekli ilahi sistemden beşeri sisteme mülhemen hep aynıdır aslında. İletişimin ana akışı genel olarak şu şekildedir. Kaynak, mesaj, kanal, hedef ve geri dönüş, yani sonuçtur.
Bunun ilahi sistemdeki karşılığı şudur:
Kaynak, Allah’u Teâlâ’dır. Mesaj, Vahiydir. Kanal, Risalet yani nübüvvettir. Hedef, İnsandır. Geri dönüş (sonuç/ürün ) ise, Allah’a yönelik olarak İBADET, kula yönelik olarak ise ADALETtir. Buradaki iletişimin ve akışın başarısı sonucu üzerinden değerlendirilir ve ölçümlenir. Bireysel bazda da ailesel açıdan da toplumsal planda da bu böyledir. Ahirette de bunlar belirleyicidir.
Adil birey, adil aile, adil bir toplum aynı zamanda; mümin birey, mümin aile ve mümin toplum demektir. Bu dizge İslami ümmetin oluşum basamaklarıdır. Çünkü İslam, insanlığı ÜMMET temelinde düzenler.
İlahi sistemde, kaynakta hiçbir pürüz olmaz. Fakat diğer mecralarda süreç içerisinde pürüzler çıkabilmekte ve olumsuz değişimler söz konusu olabilmektedir. Bu yüzden de insanlık tarihinde belli dönemlere has vahiy yani mesaj güncellenmiştir. Peygamber yani resul yenilenmiştir. Ta ki Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Muhammed aleyhisselatu ve selama kadar.
Kur’an-ı Kerim son kitap, Hazreti Muhammed aleyhisselatu vesselam son Resuldür. İnşası beklenilen son ümmet; insanlık ağacının en önemli meyvesi olmalıdır. İşte Müslümanı, mümini bekleyen böyle bir görev vardır. Mesele bunu başarıp başaramamak olacaktır. Maalesef burada sorun yaşanmaktadır.
Bu sorunun tespit edilip çözümlenmesi, tedavi edilmesi bizlere düşen önemli bir vecibedir.
Vücudun bir organındaki rahatsızlık durumunu tespit etmek için “ biopsi” yapılır. Mesela karaciğerden küçük bir parça alınarak fizyolojik olarak, patolojik olarak ve diğer açılardan incelenir. Bir teşhis konulur.
İslam âlemindeki sorunun tespiti için de bu konuda dert yanan İslami kişilik ve kesimler, kendilerini biyopsi için alınmış parça olarak görüp tetkik ederlerse; kendilerindeki olumsuzlukları İslami kesimlerde de arızaya sebep olan etkenler olduğunu göreceklerdir. Bunun için önyargısız olmak temel koşul alınmalıdır. Bu herkes ve her kesim için geçerlidir.
Görülecektir ki İslam âlemindeki parçalanmışlık, sorun ve sıkıntılar tek sebebe ya da sorunlar tek kesime yüklenerek izah edilecek şekilde değildirler.
Mesele çok sebeplidir. Fakat bu sebepler arasında önemli, daha önemli ve en önemli sıralaması gözden kaçırılmamalıdır.
Meselenin özünde, iktidar makamı için sarf edilen çaba ve çatışma vardır.
Çünkü iktidar mekanizmasında, insanların sevk idaresinde rol almaktan çok, imkan ve faydalara sahiplik etme fırsatı vardır. İmkân ve faydaların paylaşımı mekanizması bir yönüyle “İKTİDAR” mekanizmasıyla anlamdaş olmuştur.
Bir de eşit veya adil paylaşım noktasında nedense Müslümanlar birbirlerine güvenmiyorlar. Belki geçmişteki Hilafet adı altında sürdürülen saltanat ve sultanlıklar bu endişeyi doğurmuştur.
Sonuç olarak; bir grubun, cemaatin ya da devletin içindeki iç sorunlar, İslam aleminde de evrensel manada geçerli olan iç sorunlardır.
İtikadi olumsuzluk, ilmi yetersizlik, ameli dengesizlik gibi dini hususlar ya da nefse düşkünlük, menfaat önceleme, mala düşkünlük, sosyal uyumsuzluk gibi özellikler… Bunların tümü vahdeti olumsuz etkileyen etmenler olabilir. Fakat hiçbirisi iktidara ya da yönetime talip olma, ortak olma kadar sert tepkiye, dışlamaya ve dolayısıyla parçalamaya sebep olamazlar. Hiçbir iktidar, tabanın bu tür eğilimleriyle pek ilgilenmez. Fakat iktidara yönelik tavır ve tutumlarıyla çok ilgilidir.
Yapı içinde bu türden zaafı olan her fert ya da kitle bu olumsuzlukları ile idare edilebilir. Tahammül gösterilebilir. Fakat idareye/iktidara meyil, eleştiri, ortak olma vesaire yönelimler kesinlikle hoş karşılanmamakta, müsamaha gösterilmemektedir.
Tabii süreç içerisinde insan fıtratının gereği, güçleri ve mücadeleleri oranında (doğru ya da yanlış) herkes kendi idaresini ve alt organlarını kurmuş, oluşturmuştur. Böylece çok başlı, çok parçalı bir durum günümüzde karşımızda duruyor.
Aslında bu yapılar tuğlasından da bir ümmet duvarı örmek mümkündür. Yani bu da Müslümanların lehine bir duruma dönüştürülebilir.
İslam âlemindeki yapıların “adil temsiliyeti” temelinde inşa edilecek Federatif, hatta Konfederatif bir yapı evrensel manada bir ümmet olgusu ile çok tezat bir durum değildir. Sağlıklı bir şekilde tetkik edilirse Resulullah aleyhis salatü veselam döneminde İslam Ümmeti bir “Kabileler federasyonudur.” Daha sonra özellikle Emeviler ve Abbasiler döneminde ise bir “Kavimler federasyonu” ile karşı karşıya kalıyoruz. Osmanlı imparatorluğu döneminde ise ağırlıklı olarak yine bir “Kavimler Konfederasyonu” durumu karşımıza çıkmaktadır.
Yani algısı oluşturulduğu gibi “Ümmet olgusu” bütün aidiyetlerin sıfırlandığı tüm Müslümanların tek tipleştirildiği bir Krallık ya da Sultanlık imparatorluğu şeklinde değildir. Vesselam…