Günahı sevabıyla birlikte Osmanlı Devleti, İslami medeniyet havzasının siyasi bir nizama sahip çatı konumunda olan son parçasıydı. Aynı zamanda en uzun ömürlü büyük İslam Ülkesiydi ve asırlar boyunca da mahrem değerlerini en iyi koruyan ülkelerden biriydi. Osmanlı Devleti’nin çöküşüyle birlikte İslam Dünyası bir daha gün yüzü görmedi. Genelde İslam dünyası, özelde Ortadoğu coğrafyasında her ağızdan farklı bir sesin yükseldiği ve dışarıya karşı stratejik olarak savunmasız duruma düştüğü zorlu bir döneme girilmişti. Ümmet, İslam düşmanlarına karşı artık bir mahremiyetsizlik ve zafiyet halini yaşamaktaydı. Önce Fransızların, daha sonra da İngilizlerin Mısır, Suriye ve Filistin topraklarını işgal etmesi bölge halklarının geleceği için büyük bir felaket ve yıkımın habercisiydi. Nitekim öyle olmuştu da. Son Osmanlı ordusu Kudüs savunmasında İngilizlere yenilince Filistin cephesi düştü. Siyonist ecnebiler zafer naraları atarken Filistinli Müslümanlar başına bağladığı karaları bir daha indirmediler.
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanıp zayıflamasından kaynaklanan tarihi kopuş nedeniyle Müslümanlar kendi topraklarında inisiyatif alma ve ortak hareket etme ruhunu kaybetmiş, Müslüman halkların arasındaki insani, siyasi ve kültürel bağlar kopmuş ve birbirlerinden yüz çevirmişlerdir. Hatta eski sömürgeci güçlerle kültürel, siyasi ve ekonomik açıdan kendi aralarındakilere nazaran daha sıkı bağlar kurmuşlardır. Bu da Müslümanları kardeş yapan, yardımlaşmayı, iyilik ve merhameti zorunlu kılan İslami ilkelere ihanet etmek anlamına gelmektedir.
Ümmet, İslam dünyasını bir arada tutabilen, gücünü merkezileştirebilen ve söylem birliğini sağlayan ağırlık merkezini yüzyılı aşkın bir süre önce artık kaybetmişti. Müslüman halkların kardeş olma şuuru ve bilinci zayıflamış; meşrep, mezhep ve milliyetçilik hastalığı tavan yapmıştı. İbn Haldun asırlar önce bu hastalığa işaret ederek: “Nesep, yani ırk ilişkileri kuruntudan ibarettir, hakikati yoktur, belki tek faydası ise bağ kurma ve kaynaşma sağlamasıdır” demişti. Bugün 360 milyon nüfusu barındıran 22 Arap devletçiği vardır ama bu devletçiklerin tamamı Arap olmasına rağmen aralarında bir bağ kuramamış, kaynaşma sağlamamış olmalılar ki birbirlerinden ayrıldılar? Filistin ve Gazze kan deryasına dönmüş, ancak bu devletçiklerin zelil liderleri israilin katliam ve soykırımları karşısında üç maymunları oynamaya devam etmektedirler.
Birleştirici siyasi çatının yokluğu nedeniyle İslam dünyası, öz bağışıklık, stratejik hassasiyet ve bilge liderlikten yoksun kalarak, başkaları için at ve it izinin birbirine karıştığı bir savaş alanına dönüştü. İslam’ın nurunun kazandırdığı feraset sayesinde bu izleri iyi ayırt ediyoruz. Allah’ın izniyle bu atları da itleri de bir gün coğrafyamızdan söküp atacağız. Artçı bazı sarsıntılardan sonra bu fay hattı kırığının içten kırılma ve erimesinin önüne geçerek sağlam yapı ve hareketler inşa edeceğiz inşallah. Siyasi, mezhebi, meşrebi aşırılıklar ve ifsad edici fikri ayrışmalardan sıyrılıp işlerimizi kitabına uydurarak değil, kitaba uyarak halletme metodunu seçtiğimiz gün düze çıkarız bi iznillah…
Nitekim hakim jeostratejik teoriler, siyasi ve askeri planlamayı bilgi açısından destekleyen, tutarlı hale gelmesini sağlayan veya etkileyen teoriler incelendiğinde, İslam dünyasının stratejik iradesini birleştirmek ve uluslararası düzlemde hak ettiği statüyü kazanmak hususunda hala küresel emperyalist güçler tarafından dizayn edilen, fikri ve stratejik planlarla edilgen bir konumda olduğu, henüz net bir jeopolitik teoriye, yani, beşerî ve maddi coğrafyanın uluslararası ve küresel düzlemlerde şekillenen politikalarla etkileşimini inceleyen bir çalışma alanına sahip olmadığı, bu pratiğe sahip bir etken konumu üstlenmediği bir hakikattir.
(…devam edecek)