Putin’le Trump’ın toplum felsefesi ortak. Ülkelerinin bekası için tek yol olarak dindarlaşmayı görüyorlar. Tabi ki, tek şartları bunun devlet kontrolünde ve muhafazakarlık seviyesinde olması. Küreselleşmenin çoğu alanda kaymağını yiyip aynı zamanda ona itiraz etme çelişkisi bir yana, dini, saha dışına savuran üç asırlık rüzgârı tersine estirme gibi bir iddia aşırı ütopik dursa da tezleri kulağa hoş geliyor.

Peki son birkaç asırdır yaşadığı bütün sıkıntıların faturasını dinin otoritesine keserek batı rönesansının çirkin bir taklidi uğruna sayısız cana kıyan, koca bir coğrafyanın medeniyet damarlarını kesen Bu Ülke, yukarıdaki zât-ı şahanelerle farklı mı düşünüyor?

Neredeyse 15 yıldır Sayın Erdoğan’ın sıkça telaffuz ettiği “dindar nesil” söylemi aslında tam da büyük güçlerin kaygılarıyla örtüşen bir talebe işaret ediyor. Fakat ortada çok bariz bir fark var. O da Rus ve Amerikan sosyolojisindeki din ile Türkiye’deki dinin farkı.

Amerika yüzde 47 protestan nüfusa sahip. Bunun yüzde 25’i de evanjelik. Kalan nüfusun yüzde 20’si katolik, yüzde 22’si ise ateist filan. Rusya ise çok daha karmaşık. Yüzde 20’si ortodoks, yüzde 15’i müslüman, yüzde 60’ı ise komünist düşüncede yani ateist, agnostik benzeri hiçbir dinle bağı olmayanlar. Hani birinde evanjelizmi, diğerinde ortodoksluğu merkez alsalar da yapacakları en fazla şey, tüm dinlerin asgari müştereği olan bazı temel ahlaki disiplinlere vurgu yapmak olabilir ki, şu anda da cinsi sapıklıklara karşı net duruşları bununla ilgili.

Türkiye’de ise öyle yüksek oranlı çeşitlilik yok. Yüzde 85’i aşan bir müslüman nüfus var. Ve iki yıl önce mesela Ramazan ayında şöyle böyle oruç tuttuğunu söyleyenlerin oranı yüzde 75 olarak tespit edilmiş ki bu çok ciddi bir rakam. O zaman bu diyarda dindarlaşma çabası daha kolay olur diyebilir miyiz? Normalde öyle.

Ama işin içine Kemalizmi, menfi milliyet fikrini ve laikliği kayıtsız şartsız benimsemiş bir sistemle devlet girince burada da işler karmaşık bir hal alıyor. Hem rejimin ve batı ile derin ittifakların tüm imkanları kendilerine sunulduğu için semirmiş bir seküler kesim var. Öte yandan dindarlaşmayı da kendi çıkarları için kullanmaya meyilli odaklar az değil.

Yani hepsi aynı dine mensup gibi gözükse de kimi sentezle, kimi siyasi ve ideolojik aidiyetiyle, kimi taassubuyla ve kendi etki alanının menfaatiyle şerh düşüyor.

Ortak paydalarda buluşmak şeklindeki basit kural burada da geçerli olamaz mı? Elbette geçerlidir, tabi ki haktan ve adaletten taviz vermemek kaydıyla.

Üzerinde ittifak edilen hususlar listelenerek işe başlanabilir.

Herhalde hiçbir dini çevre, tarikat, İslami grup veya sıradan cami cemaati, her neyse cinsi sapkınlıklar serbest olsun demez. İçki, kumar, zina, fuhuş, müstehcenlik serbest ve aleni olsun demez. Ahlaksız sanatı, besmelesiz ticareti, ezansız bir memleketi önermez. Hiçbiri sünnetsiz istemediği gibi Kuransız bir nesil de istemez. Yediği içtiği helal olsun ister. Nikahsızlığı onaylamaz. Taharetten şaşmaz, cenabet gezmeyi kabul etmez. En zayıfı bile ölüsünün cenazesini namazla uğurlamakta ısrar eder. Sadakanın belayı def ettiğine de duaya da inanır. Hiçbirinin Ramazan ayına yahut bayramlara reddiyesi olamaz. Selam, tesbih, hamd, salavat gibi yayılması gereken sözlü güzellikler de herkesin kabulüdür.

Bakın liste uzayıp gidiyor. Geriye onun şeyhi, şunun silsilesi, bunun okuduğu filan kalıyor. Onlara da zaten karışmak abestir.

Devletin bu konuda ödevi çok fazla. Bunlar uzunca konuşulan meseleler. Yalnız zor zannedilen kısmın iyi niyet ve samimi iradeyle basit hale gelebileceği açık.

“Mazlum kardeşini zalimin eline terk eden müslüman kalabalıklar dindar olsa ne olur?” türünden tornasız yorumlar şeytani bir vesvesedir.

Her dindarın Bedr’in aslanı kıvamına gelmesi beklenmez. Lakin Selahaddinler de o dindarlar arasından çıkar.

Mesele memleketin ve insanlığın geleceği ise bunun dindarlaşmadan başka yolu yok. Kim diyor? Trump diyor. Putin diyor.

Yetmiyor mu?