“Biz, onlardan önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdi ise) onlardan hiçbirini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun?” (Meryem 98)
Seminere gidiyorduk. Akşam vakti idi. Ufukta batan güneşin ışıkları sanki bulutların arasından veda ederken zorlanıyor, sıkılıyor, kızarıyor ve nihayet kararıyordu. Aracın radyosunda ise akşam ezanı okunmuş ardından o meşhur dizeler terennüm ediliyordu: “Hatırla ki, senin de akşamın olacak bir gün. Ömrünün ışıkları solacak. Hayatının perdesi çekilecek. Senin de kıyametin kopacak. Dudaklarında donacak gülüşün güneşi. Zaman uçurumun olacak. Gelen günün güneşi sana doğmayacak. Unutulacaksın ve hatta unutulduğun bile unutulacak. İsmin anılmayacak orda burada. Kimse yolunu gözlemeyecek. Üzerinden bütün ışıklar çekilecek ve senin de akşamın olacak..”
En can alıcı yeri herhalde şurasıydı: “Unutulacaksın ve hatta unutulduğun bile unutulacak.”
Nice şöhret olanlar bir anda silinip gittiler. Hem de öyle öldükten sonra filan değil daha hayattayken yıldızları bir anda sönüverdi. O yüzden mesela “asıl ölüm unutulmaktır” sözü, ölüler için değil diriler için bir anlam ifade eder. Ölen kimse sözleriyle, fikriyle, bıraktığı eserleriyle ve devam eden çizgisi varsa onunla bir şekilde yâd edilir. Fakat yaşarken silinip gidenlerin haddi hesabı yoktur.
Filmleri, şarkıları on milyonların dilindeyken, bazen aniden bazen de yavaşça batıp kaybolan, yaşadığından bile kimsenin haberi olmadığı o kadar garip hikayeler vardır ki..
Darbe ve muhtıra ile halkın iradesine tehditler savururken, yıllar sonra “aa filan paşa bugün ölmüş, ya o hâlâ yaşıyor muydu?” denilen bir zamanların omuzu kalabalık kudretli paşaları az mı konuşuldu bu ülkede..
Kırk yıl önce bir okul açılışında sıraya dizildiğimiz buz zemin üzerinde iki saat kendisini beklerken ellerimizin ayaklarımızın soğuktan donduğu bakan da şimdilerde sağ mıdır acaba?
Ve daha kimler kimler.. Estikleri gibi, estirdikleri rüzgar gibi çarpıyorlar mı yüzlere, gözlere, kulaklara..
Bu yazımızda İmam Gazali hazretlerinden başlayıp Üstad’la devam ederek, insanların teveccühü ve şöhret konusunda uzun alıntılar yapmayacağız. Ancak son demlerde şahit olduklarımız hakikaten bu anlamda herkesi sarsıcı nitelikte.
Dün akşam saatlerinde gözaltına alınan meşhur gazeteci, gündemin ilk sırasına oturdu. Kimisi İslamcı ailesini konuşuyor, kimisi hükümetten birileriyle yakın alakasından bahsediyor kimisi de sadece şaşkınlığını ifade ediyor. Deliller ve hüküm netleşinceye kadar elbette ki çok şeyler söylenecektir. Mesele bahsedildiği gibi sadece uyuşturucu illetiyle mi ilgilidir yoksa başka hususlar mı var, bunlar da herhalde ortaya çıkacaktır.
Asıl hesap soracak olan, gizliyi ve açığı bilen Hak Teala’dır. Suçu yoksa aklanmasını dileriz. Başka yönlerini bilmeyiz de habercilikte yaptığı iyi şeyler yok mudur? İllâ ki vardır. Tabi bazı büyük gafları saymazsak..
Meselâ: Afganistan’ın ABD esaretinden kurtulduğu günlerde Kabil’den katıldığı canlı yayında: “Çok şükür ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaşıyoruz. Burada, bu tür yerlerde gerçekten insan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti 100 kere daha düşünüyor. ‘Atatürk döneminde çok çok önemli işler başarılmış’ diyorsunuz” demiş ve bu sözleri çok eleştirilmişti.
Öyle ya da böyle TMSF’nin kendisini görevden almasıyla o da unutulacak.
Bu bir Türkiye klasiği değil, dünya klasiği.
Allah azze ve celle ayakların kaymaması için şartını, şu ayette açıklıyor:
“Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed 7)
Mevlâ istikametten ayırmasın. Ayaklarımızı yolunda sabit kılsın.