İmralı’ya gitme meselesi de aşıldığına göre sıra, Kandil’de, Avrupa’da, Suriye’de veya muhtelif yerlerde bulunan isimlere de geldi denilebilir mi? Gerçekten bütün tartışmalar bir yana birilerinin sırf sosyalist fantezileri uğruna nice cana mal olan o kirli silahların gölgesi, korkusu ve uğursuz havası halkın üzerinden kesin, şüphesiz, tereddütsüz kalkacak dense ve bu, yüzde yüz garanti edilse görüşme, buluşma gibi şeylere takılmanın herhalde lüzumu yoktur.
Hani gizemli tarihi mekanlarda kayıp hazine bulma üzerine kurgulanan macera filmlerinde, izleyicinin asıl merak ettiği şey hedefe ulaştıktan sonra ne olacağıdır ya şu an gösterimde sanki öyle bir sinema var.
“Terörsüz Türkiye” mottosu hiçbir şart, karşılık, taahhüt filan anlatmıyor. Dümdüz yusyuvarlak, öyle bağlamsız, göresiz, görecesiz sade bir güzelliği var. Eyvallah. Ama şimdi başta 85 milyonluk bir halkın ve yakın uzak tüm dünyanın, 5N1K merakı hâlâ gizemini koruyor. Sonrası nedir? Kim nerede duracak, ne alacak ne verecek?
Denilebilir ki; Suriye’de kritik bir kuruluş süreci var. Buna dayanmak ihtiyacında olan yorgun tüfeklere, kaçırmayacakları bir fırsat sunuluyor. Onlar da bunu; “bakın mücadelemizi kazandık, devlet bizimle bu meseleyi görüşüyor, kurucu lider diyerek önderliği yüceltiyor, herkese sempatik gösteriyor, geçmişimizi unutturuyor, cezaevinden birer birer salıveriyor, sınır ötesinde de artık pek karışmıyor, siyasi bileşenlerimize olağanüstü iltifatlarda bulunuyor, şimdiye kadar çok zahmet oldu lakin sonunda kazandık, başardık. Suriye’de de hedefimize ulaşmak üzereyiz. Daha ne isteyelim..” şeklinde paketleyip aşağıya ücretsiz dağıtıyorlar.
Anladık, bir rüzgâr esiyor. Devletin tepesinden esen bu rüzgârla kimisi yelkenini yüzdürecek, kimisi, sokağını süpürecek, kimisi çamaşırını kurutacak, kimisi de uçurtmasını uçuracak da bu rüzgâr sonunda ne getirecek, sadece serinlik mi, yoksa yağmur mu, toz mu?
“Kervan yolda düzülür” düşüncesi bazen doğal bir gereklilikle kabul görür. Fakat öyle sisli bir yol, öyle acayip bir kervan ki, mesele giderek daha da girift bir hal alıyor.
Peki bu macerada “Kürdün aklıyla, ruhuyla hiçbir alakası olmayan sosyalist harekete aynı 10 yıl önceki çözüm sürecinde olduğu gibi sınırsız bir meşruiyyet verilerek yine esas temsilci, ana muhatap, tek akredite taraf muamelesi yapılıyor” şeklindeki endişenin abartılı olduğunu ispatlamak için komisyonu farklı renklere boyamak dışında ne yapılıyor?
Mesela birisi şöyle bir soru sorsa; “İmralı’ya yapılan ziyaret, neden Şeyh Said Efendi’den esirgeniyor? Daha doğrusu neden o büyük şahsiyetten bir mezar yeri bile esirgeniyor?”
Şunu bir yere yazabilirsiniz: Bu diyarın asıl düğümü Şehid Şeyh Said Efendi’dir(rh). Bu mesele çözülmeden, hiçbir hastalık tam olarak iyileşmeyecektir.
Önce büyük bir Osmanlı alimi sıfatıyla şeriat için kıyam etmiş O büyük zatın ve dava arkadaşlarının mezar yerlerini yaparak itibarları iade edilmelidir. Bu, hem asgari insanlık için hem de sorunun esas tetikleyicileri olan ultra faşist mossad beslemelerinin şamatasına, yaygarasına karşı şarttır.
Şeyh Said isyan etti diyorsanız bu “kurucu lider” dediğiniz ne yaptı?
Uzun lafın kısası, Şeyh Said Efendi’yi zindandan çıkarmadan ülkenin üzerindeki kara bulutların bütünüyle dağılacağını beklemek beyhudedir.