Ülkeme Dair...
Uzun kış gecelerine girdik. Köy odalarında meseleler konuşulur; “masal, efsane, destan, hikâyeler..” anlatılırdı. Fakirlik vardı ama anlatılanlar yeterdi. “İnek mi çalınmış; köy sınırında yaralı… mı var?..” Hazirûn tarafından konuşulurdu. Bir büyüğün cümlesiyle karara bağlanırdı. Kararın çıkmadığı durumlarda; mesele yarınlara bırakılırdı. Çözülmezse zamana bırakılırdı. Zaman çözmezse iş; “fısıltı gazetesine, fasık haber merkezine” kalırdı.
O zaman herkes haklıydı. Derken; akl-ı selim devreden çıkardı. Garibim Gundîler birbirlerini haklamanın fırsatlarını kolluyordu. Bu da Birilerinin/Bir yerlerin(!?) işine de geliyordu!
İngilizlerin (Batı Emperyalizmimin) Vahyin Anakarasında bıraktığı kanayan yaralar gibi!
Bitmeyen mahkemeler, kan davaları bundandı. 1990’a kadar sürmüş, 1938’lerdeki bir köy sınır davasının bizatihi şahidiyiz.
Yanlış her yerde aynıdır; fitne ve fasık, çakal ve aslan ruhluluk da!..
*Yukarıda köy ve köylüler için anlattığımız “masaldan hikâyeye kadar; fasık ve fısıltıdan kavga ve kurşunlamaya kadar” her şey zemin değiştirdi!
Köydekini arar olduk! Çünkü oradaki sadece münafıktı. Kınardık, ayıplardık! “tüh yüzüne” derdik!.. Sığınacak yer arardı!
Dün köylü olan bu arkadaşlar(!) artık şehirli! “Masaldan hikâyeye kadar; fasık ve fısıltıdan kavga ve kurşunlamaya kadar” her şey şehirli oldu!.. Fitne fücur!...
Belli ki bu meret, şehirlere sığmamış, başkentli hatta devletli olmuş! Yetinmemiş, küresel güç olmuş!..
Dünya hiçbir vakit bu kadar lezzetsiz olmamıştı!
Kim başardı bilmem ama güçsüzün uğruna bedeller verdiği; güçlünün de utancından da olsa sahiplendiği kutsallar, hiçbir vakitte bu kadar sahipsiz kalmamıştı; bu kadar insaf, vicdan ve adaleti olmayanlara kalmamıştı!
Mesela ülkemin gündemine bakıyorum:
“Nehirde, denizde, derede… çocuk, kız cesetleri… *Karısını bıçaklayan kocalar… Eşini aldatanlar… Bir zamanların en muteberleri diye dayatılan sanatçıların kumar, bahis oyunları ama peşinen belirtelim ki ‘adamlar satıcı değil, kullanıcıymış(!))…’ ‘Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’ diyen teğmenlerin yaptığı da şakaymış(!)
Kayyumlar mı? Türkçe’nin yapısından kaynaklı mesele(!) Öyle bir kelime yok(!) Dışarıdan bir ağaç adı işte! Kaju!.. Değişe değişe öyle olmuş! Kart/Kurt gibi.. Türkçe’de o tür kelime nedense çoktur!
Kürt Sorunu mu? Rafa kaldırdık… Sonra buzdolabına… Oralarda yok olmuş!.. Öyle bir sorun esasen yok! İkinci israil!.. Dış güçler!.. Şeyi(!) meclise çağırdık; konuşsun diye!… Daha ne olsun! Lozan’da Kürt yerel kıyafetiyle İngilizlere gösterilip otelde dinlendirilen vekilin kulağı çınlasın!.. Amaan!.. Mirra çi? Mi go hirç! Hirç xedar e lo!..
Ha bir de şu Gazze olayı var! Dünyada her platformda Filistin’in devlet olarak tanınması için bastırıyoruz! Gıda yardımımız var! İlacı Netanyahu bırakmıyor! Pis terbiyesiz! Yaptığının katliam olduğunu dünyaya anlatıyoruz! Dünya duymuyor!.. Ax hewar! Hewar! Li me fermane!..
Babası, azgın dalgalara kapılan oğul bağırmış: “Bavo berxwe bide! Ewr bela bûn!” (Diren, babam! Bulutlar dağılmakta). Yavrucağızın kulağı çınlasın!
Üstad Erdem Beyazıt’ın 1971’deki tespit, teşhis ve teşhiriyle:
“Telgrafın tellerini kurşunlamalı”/ Öyle değildi bu türkü bilirim…/ İçimde kaynayan bir mahşer var/ Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar/ Çünkü onlar…/ Birden alıverirler kara haberini/…/ Can veren oğullarının.…/ Yiğit köy delikanlılarının/ İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları…/ İsyan şiirleri bilirim sonra/ Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden.../ Müslüman yürekler bilirim daha/ Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet/ Eller bilirim haşin hoyrat mert/ Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır/ Her kırışığı sorulacak bir hesabı/ Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır./ Bütün bunların üstüne/../ …sevda sözleri söylemeliyim/ Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim.../ Can kuşum umudum canım sevgilim.” Vesselam!..