İnsanlar ve Soytarılar
Yıllar önce bir tiyatro izlemiştim “İnsanlar ve Soytarılar” adında. İbrahim Sadri’nin yazdığı, Ulvi Alacakaptan, İbrahim Sadri, Hasan Nail Canat gibi önemli isimlerin oyuncu olarak yer aldığı komedi/dram tarzında başarılı bir çalışmaydı.
Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali, mücahidlerin direnişi ve dünyanın bu konudaki duruşunu anlatıyordu.
Yaklaşık 40 yıl sonra benzer bir oyun sahneleniyor yine.
Gazze’de, Asya’da, Avrupa’da, Amerika ve Afrika’da “insanlar ve soytarıların” mücadelesine şahitlik ediyoruz.
Esir takasında insanca davranışın, Müslümanca duruşun en güzel örneklerinden birini veriyor HAMAS ve tüm dünya bunu izliyor. Öte yandan asker kıyafeti giymiş Siyonist terörist, çocuğuna doğum günü hediyesi olarak Gazze’de bir binayı bomba ile tahrip ederken çektiği videoyu gönderiyor.
Esir takasında serbest kalan Yahudi kadın, gördüğü insani muameleyi bir mektupla anlatıyor ve aynı günlerde Siyonist terörist, Gazze’de bir kadına ait olan kolyeyi çalıyor ve bunun görüntülerini paylaşıyor.
Dünyanın en zenginlerinden biri “Soykırıma karşıyım” diyerek direk Siyonist tezlere sahip çıkmıyor; ama sonra reklam gelirlerinde azalma oluyor, tehditlere muhatap oluyor, işgal altındaki topraklara gönderiliyor ve aynen soykırım destekçisi 6 ülkenin yöneticisi gibi işgalci teröriste destek mesajları veriyor.
Hastaneler, camiler, kiliseler, okullar hedef alınıyor, binlerce sivil insan vahşice katlediliyor; ama soytarılar ekranlarda boy göstererek “7 Ekimi unutmayın” diyorlar. Ülkeler ve kurumlara yönelik mali ve siyasi tehditlerle öncesi ve sonrasını düşünmeden “7 Ekim”de kalıp aynı sözlerin tekrar edilmesini istiyorlar.
Uluslararası hukuk, insan hakları, yasaklı silahlar, sivillerin temel insani kaynaklara erişiminin engellenmesi ile ilgili görüşler birkaç ay içinde değişebiliyor. Daha önce söyledikleri hatırlatılan soytarılar ise hep bir ağızdan “Ama 7 Ekim” sloganını tekrarlıyorlar.
Bir örnek verelim…
Avrupa Birliği komisyonu başkanı Ursula Von Der Leyen, sivillere yönelik hassasiyetini vurguluyor ve şunları söylüyordu:
“Erkekleri, kadınları ve çocukları su, elektrik ve ısınmadan kış yaklaşırken mahrum bırakmayı amaçlayan saldırılar. Bunlar terör eylemleridir. Bu şekilde adlandırmam gerekiyor.”
“Son derece insani bir yaklaşım” diye düşünüyorsunuz; ama öyle değil.
Ursula Von Der Leyen, bu sözleri, 1 yıl önce Ukrayna’ya yönelik Rus saldırısı sırasında dile getirmiş.
Şimdi açıklamayı bir daha okuyun ve gözünüzün önüne Gazze’yi getirin.
Erkeklerin, kadınların ve çocukların su, elektrik ve ısınmadan mahrum edilmelerini bir tarafa bırakın, hastane, okul ve mabetlerin “göstere göstere” bombalandığı bir savaş karşısında AB Komisyonu başkanı “israil, bugün ve gelecekte kendini savunma hakkına sahiptir” dedi.
7 Ekim vurgusu yaptı Leyen. Helvadan putlarını yerken yüzü hiç kızarmadı, çünkü bir soytarı ancak bu kadar empati sahibi olabilirdi.
Ama “insanlar” meseleyi doğru okudular.
Yahudi siyaset bilimci olan ve soytarılıklar içerisinde insanlığını haykıran Norman Fingelstein ise meseleye nasıl baktığını çok net kelimelerle ifade etti:
“Gazze gibi bir toplama kampında büyümüş olsaydım, kendimi kafese kapatılmış gibi hissederdim. Gazze'de başlayan olaya en yakın benzetmenin köle isyanı olduğunu düşünüyorum.
Düşünsenize, cehennem çukurundan çıktığınızda sizi oraya hapsedenlerin müzik festivalinde dans ettiğini görüyorsunuz. Şok olmayacağımı söyleyemem. Herkes nefret duygusuyla hareket eder.
Cumartesi gününden beri israil, HAMAS’ı yok etmekten bahsediyor ama bu yeni bir şey değil. 2,1 milyonluk Gazze halkı, kendilerine zulmedenlerden intikam almak için birleşik bir güç olarak ellerinden gelen her şeyi yapacak.”
Dün Afganistan’da bugün Gazze’de…
Evet, “İnsanlar ve Soytarıların mücadelesi” devam edecek.