• DOLAR 34.543
  • EURO 36.556
  • ALTIN 2895.044
  • ...

Başkan Sayın Erdoğan’ın ilan ettiği Türkiye Yüzyılı hedefini ilkesel olarak sahiplendik ve sahipleniyoruz. Çünkü bu hedefin içinde adaleti esas alan sivil bir anayasa var ve çünkü bu hedefin içinde toplumsal barış, güven ve refah var.

Ancak bu hedefi gerçekleştirmenin bir cephe savaşı yapmaktan çok daha zor olduğunu da biliyoruz.

Bu zorlukların bir kısmı bizzat hükümetten, bir kısmı toplumdan ve bir kısmı da dışarıdan kaynaklanmaktadır.

Toplumdaki zorlukların kaynağı iki kesimdir. Birinci kesimden kaynaklanan sorun, toplumu iyi yönde dönüştürecek olan “iyiyi yapmak, iyiyi emretmek ve kötülüklerden sakındırmak” görevini ihmal etmeleridir. Bunlar toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyor olmalarına rağmen, hala kaderleri ikinci kesimin elindedir. Ezici çoğunluğu oluşturan bu kesim haddizatında toplumsal barış, güven ve refahtan yanadır ve bu hassasiyetinden ötürü savaşlarda, felaketlerde ve her türlü fedakârlıkta ön saftadır ve ön cephededir. Ama dediğimiz gibi, hala diğer kesimin tahakkümü altındadır. İkinci kesim ise, geçen yüz yıl boyunca kendilerini ülkenin sahibi olarak gören, çoğunluğu oluşturan Müslümanlara laikliği dayatan ve giyimlerine kadar her şeylerine müdahale etmeyi bir görev bilen azgın azınlıktır. Hala bir darbe anayasası ile yönetiliyor olmamız da bu azgın azınlığın başarısıdır. Gerçi bu azgın azınlığın arkasında ülkemizdeki bütün darbelerin içinde yer alan ülkelerin her türlü gayrimeşru desteği de var. Ama sonuçta görünür olan ve adil bir anayasayı engelleyen bu azgın azınlıktır.

Türkiye Yüzyılı hedefinde hükümetten de kaynaklanan çok sayıda engel vardır. Bu engellerin en başında ise, yapılan işlerin kayda değer bir kısmında hakkın ve adaletin gözetilmemesi ve atamaların ciddi bir kısmının ehliyet ve liyakat ölçülerinden uzak olmasıdır. Bu da doğal olarak yolsuzluk ve rüşvet gibi fiillerin hızla yayılmasına ve sonuçta toplumsal bozulmaya götürmektedir.

Müstemleke eğitim sistemi ile Irkçılık- Milliyetçilik de yine Türkiye Yüzyılının önündeki büyük engellerdendir. Türkiye’nin iç barışını sağlaması ve dışarıda da inanç ve gönül dünyasıyla aralarındaki engelleri aşarak kucaklaşması da ancak bu engelleri aşmasıyla mümkündür.

Burada ırkçılık ile milliyetçiliği aynı anlamda kullanmamıza itiraz edip bunların birbirinden ayrı olduğunu iddia edenlere de çağrımız, bu iddialarını ispatlamalarıdır. Mesela, bizim de milliyetçiliği, “kendi milletinin her alanda iyiye güzele ulaşması yönünde gösterilen meşru çabalar” olarak tanımlayanlara karşı bir itirazımız yoktur. Ancak şu da bir gerçektir ki, hâlihazırdaki milliyetçilik -ki bu, aynı zamanda Mustafa Kemal’in koyduğu ilkelerden biridir- inkârcıdır, ötekileştiricidir ve daha açık bir ifade ile %100 ırkçılığa tekabül etmektedir. Irkçılık da haddizatında bir insanlık suçu olduğuna göre, bundan kurtulma çabası içinde olmak, sadece biz Müslümanların değil, “ben insanım” diyen herkesin görevidir.

Türkiye Yüzyılının bir de inanç ve gönül dünyamız olan bir dış boyutu vardır ki, onunla da aramızdaki engel yine milliyetçiliktir. Bu inanç ve gönül dünyamız, genelde dünyadaki bütün mazlumlardan ve özelde ise bütün Müslümanlardan oluşmaktadır. Bizim ne kadar Müslüman olduğumuz, diğer bir ifade ile İslam’ın ne kadarını yaşadığımız sorusuna cevabımız her ne kadar iç açıcı olmasa da bu halimizle bile dünyadaki mazlumların ve Müslümanların gözünde hala bir ümit olduğumuzu geçen Mayıs ayında gerçekleştirilen seçimler boyunca da gördük. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bu inanç ve gönül dünyamızdaki insanların o süre içinde yaptıkları dualar ve yaşadıkları heyecan, AK Parti’nin seçilenlerinin çoğunun samimiyetinden ve yaşadıkları heyecandan çok daha fazla idi.

İşte bu inanç ve gönül dünyamız ile aramızdaki en büyük engel de ülke olarak ve millet olarak aşamadığımız ırkçılıktır.

Yeryüzünde tanrılık iddiasında bulunanlar zulme ve kana doymuyorken ve her gün yeni kurbanlar istiyorken, önümüzde iki seçenek var: Ya bu tanrılara teslim olmak veya topyekûn kıyam etmek!

Hükümet olsun veya birey olsun, her birimizin ne kadar özgür olduğumuzun ölçüsü, işlerimizde ne kadar adil olduğumuz ve bu tanrıların emrinde mi, yoksa karşısında mı olduğumuzla doğrudan ilgilidir.

Türkiye Yüzyılını bu hassasiyetlerle inşa edenler, inanıyoruz ki, ahiretlerini de inşa etmiş olacaklardır.