Kâinata dikkatle bakan bir insan, her şeyin sürekli bir hareket içinde olduğunu görür. Güneş döner, atom döner, kalp atar, nefes alıp verilir. Hiçbir varlık durgun değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak bu âlemi tekvinî emirlerle idare eder. Yani yaratılış kanunları, ilahî bir nizamın sessiz ayetleri gibidir. Gecenin gündüze, tohumun ağaca, damlanın denize dönüşmesi hep bu emrin sonucudur.

Bediüzzaman Said Nursî’nin 17. Lem’a’sında ifade ettiği gibi, “Kâinatın zerratından yıldızlarına kadar her şeyde bir hareket, bir cevelan vardır. Bu hareket, varlığın ruhudur.” Bu bakış açısı, bize insanın da bu hareket yasasının bir parçası olduğunu hatırlatır. İnsan, çalışmak, üretmek, gayret etmek için yaratılmıştır. Çünkü çalışmak, sadece geçim derdi değil; kudret-i İlâhiyenin kanununa iştirak demektir.

Kur’an-ı Kerim’de, “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39) buyrularak sa’y (çaba) kavramı merkezî bir yere oturtulur. Nursî, bu ayeti “Sa’y, rahmet-i İlâhiyeye bir davettir.” şeklinde yorumlar. Yani insanın çalışması, Allah’ın rahmet kapısına bir müracaattır. İnsan, emeğiyle hem dünyasını imar eder hem de ahiretine azık hazırlar. Böylece tekvinî emir olan “çalış” ile teklifî emir olan “ibadet et” bir noktada birleşir.

Ne var ki modern çağda, çalışma çoğu zaman yalnızca dünyevî bir zorunluluk gibi algılanmaktadır. İnsan emeğini anlamdan, işini niyetten, hareketini ibadetten koparmıştır. Oysa Nursî’ye göre, “Ameller niyetlere göredir.” hadisinin sırrıyla, “bir işi Allah rızası için yapan” kimsenin en sıradan hareketi bile ibadet hükmüne geçer. Çiftçinin sabanı sürmesi, öğretmenin ders anlatması, annenin çocuğunu büyütmesi, memurun işini dürüstçe yapması… eğer doğru bir niyetle yapılırsa hepsi ubudiyetin bir parçası olur.

Buna karşılık tembellik, yalnızca ekonomik bir kusur değil, fıtrata karşı bir isyandır. Çünkü kâinatta hiçbir şey atâlet içinde değildir. Bir saniyelik duraksama bile nizamı bozar. Nursî, tembelliği “ruhun hantallığı, fıtratın pas tutması” olarak niteler. Çalışmak, hem bedeni hem ruhu temizler. Gayret, insanı hem maddi hem manevi olarak diriltir.

Burada önemli olan, emeğin içini iman şuuru ile doldurmaktır. Zira çalışmak, inanan insan için sadece “kazanmak” değil, aynı zamanda “şükretmek”tir. Çünkü insan, yaptığı her işte Rabbine yaklaşma fırsatı bulur. Allah Resûlü (s.a.s.), “Kişinin el emeğiyle kazandığından daha hayırlı bir rızık yoktur.” (Buhârî, Büyû‘, 15) buyurarak emeğin değerini en güzel şekilde ifade etmiştir.

Bugün insanlık, teknolojinin ve konforun içinde olmasına rağmen büyük bir huzur arayışı içindedir. Çünkü hareket var, ama anlam eksik. İş var, ama niyet kayıp. Oysa hakiki huzur, çalışmayı ibadet bilinciyle yapmakta gizlidir. Her alın terini bir dua, her emeği bir şükür vesilesi görmek… işte gerçek mutluluk buradadır.

Kâinattaki her varlık gibi insan da yaratılış gayesine uygun hareket ederse, hayat bir yük olmaktan çıkar, bir ibadete dönüşür. Nursî’nin ifadesiyle, “İnsan bu dünyaya gönderilmiştir ki, bir memur-u İlâhî olarak hizmet etsin.” Bu hizmet, bazen bir tarlada, bazen bir kalem ucunda, bazen de bir kalpte tecellî eder.

Sonuç olarak; insanın hayatı bir ibadet alanıdır. Çalışmak, yürümek, düşünmek, üretmek… hepsi birer “hareket”tir ve her hareket, niyetle yönünü bulur. Rabbimiz bizleri hem tekvinî hem teklifî emirlerine uyan, gayreti ibadet, emeği dua bilen kullarından eylesin. Âmin.