Adına “Terörsüz Türkiye” denilen ve PKK’nın silah bırakmasını merkeze alan bir süreç yaşanıyor bir süredir.

Hükümet cenahı “pazarlık yok” dese de yaşananlar ve yapılan açıklamalar çok kapsamlı pazarlıkların yapıldığını ve yapılmakta olduğunu ortaya koyuyor.

Öcalan’ın “Örgütü feshetme” açıklaması sonrası kongre süreçleri ve oluşturulan komisyon da öyle görünüyor ki müzakere ve pazarlıkların sonucunda hayata geçirilmiş.

Kandil ve Türkiye içine yönelik atılan adımlar ve yapılan açıklamalar sürecin belirlenen istikamette yürüdüğünü gösterse de özellikle Suriye’nin kuzeyinde PKK hakimiyetindeki bölgede farklı bir süreç işliyor. Bu bölgede PKK’yı değil de Amerika’yı muhatap alarak süreci yürütmeye çalışan Türkiye, gittikçe istediği hedeflerden uzaklaşıyor.

Aslında Türkiye, Suriye için söylediği sözlerin altında kalarak diplomatik anlamda büyük bir acziyet yaşıyor.

Suriye’de artık Esad’ın gideceğinden umut kesildiği bir döneme girilmişken ve Türkiye’nin görüşme talepleri Esad tarafından reddedilirken savaş ve çatışmalardan dolayı kısa sürede bölgesel dengeler değişti. Ukrayna savaşından dolayı Rusya’nın, işgalci Siyonist rejimin saldırılarından dolayı Lübnan ve İran’ın desteğini kaybeden Baas rejimi, İdlib’e kıstırdığı muhalefet karşısında iyice güçsüz düştü. Aslında yıllar önce de bu durum yaşanmış ve Şam’ın bir kısmına sıkışmış olan Baas rejimi, tam yıkılmak üzereyken Rusya imdadına yetişmiş ve epey toparlanmıştı.

Baas rejiminin devrilmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesi sonrası İdlib merkezli muhalif güçlerin Şam’a gelip yerleşmesi ile yeni bir süreç başlamıştı. Bu süreçte en belirgin aktör olarak Türkiye ön plana çıktı. Dışişleri Bakanı ve MİT başkanı Şam’da Ahmet Şara ile çok sıcak görüntüler verdi.

Amerikan Başkanı Trump da bu konuda açıklama yaptı ve Türkiye’yi övdü:

"Suriye'de kazanan Türkiye oldu. Devrimi yapanlar Türkiye'nin kontrolündeydi. Bu, Türklerin bin yıllık hayali ve Erdoğan bunu başardı."

Erdoğan da bu sözlerden mi etkilendi bilinmez ama çok iddialı sözler sarf etti:

"Suriye halkının özgürlüğüne, yeni Suriye yönetiminin istikrarına, kadim Suriye topraklarının bütünlüğüne yönelik her saldırı karşısında Suriye halkıyla birlikte bizi de bulacaktır."

Ama işgalci Siyonist rejim, Suriye’nin askeri tesislerine yönelik büyük bombardımanlardan sonra işgale başladığında karşısında Türkiye’yi bulmadı. Hatta hiç kimseyi bulmadı karşısında.

Baas rejimi döneminde Suriye halkı katliamlara uğrarken, rejimin yanında yer alarak rahat yaşayan, hatta rejimin yanında yer alıp cinayetlere ortak olan Dürzi topluluklar, yeni yönetimi tanımadıklarını ve işgalci Siyonist rejim ile işbirliği yaptıklarını gizleme gereği duymadan isyan ettiklerinde de Türkiye’den bir müdahale olmadı.

Türkiye, hem işgalci rejim hem de PKK ile ilgili konuları Amerika ile görüşerek halledeceğini düşündü.

Trump’ın eski politik duruşuna güvendi ve önceki döneminde olduğu gibi PKK’yı yalnız bırakacağına inandı.

Trump’ın atadığı özel temsilci de yaptığı açıklamalarla Türkiye’yi umutlandırdı.

“Türkiye Ortadoğu’da hak ettiği değeri görmeli” diyen ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, DSG hem askeri hem siyasi olarak yeni Suriye'ye entegre olmalı” açıklamasında bulundu 2 ay önce.

Türkiye, Suriye’de yerleşmeyi düşündüğü askeri üs siyonist rejim tarafından bombalandığında bile Amerika’nın açıklamalarına güvendi ve bir adım atmadı.

Şimdi Amerika’nın üslubu değişmeye başladı.

Hem de tam Türkiye, “Kılıç kınında çıkıyor” sözleriyle tehditlere başladığı sıralarda…

Barrack şunları söyledi:

“ABD de PKK’yı bir terör örgütü ilan etmiştir. Ancak artık PKK ile ilişkili olmayan başka bir örgüt var: DSG ve YPG. Bunlar IŞİD karşıtı kampanyada bizim müttefiklerimiz oldu.”

Amerika, PKK konusunda başa döndü.

Ve Amerika’nın ipiyle kuyuya inen Türkiye oradan nasıl çıkacak?