Modernite ve Anlam Krizi
Çağın modern hediyeleri; anlam krizi, narsizm, hedonizm ve yalnızlık insanlığı işgale devam ediyor. Bu dört virüs, öyle komplike mutasyonlarla ve öyle geometrik varyantlarla çoğalıp bulaşıyor ki, biz bir semptomunu bulduk derken o, bünyeyi ele geçiriyor.
Okumak her derdin ilacı diyoruz ancak neyin/kim adına okunacağını söylemediğimizde kaş yapalım derken göz çıkıyor. Geçen bir dost, ilahiyattan sonra felsefe alanında okumaya devam eden oğluyla gelininden, namazın dua olduğunu o yüzden şekli kalıplara hapsetmediklerini duyan annenin şaşkınlığını aktarmıştı.
Dinin yoğun biçimde benimsenerek gelenekle bütünleşip dönüştürdüğü davranış kalıpları yanında direnç noktaları da çok çabuk kırıldığı için çoğulcu modern sekülerliğin ürettiği şüphelerin tahribatı korkunç derecede artıyor.
“Bunca acı neden var, ayrılık, yokluk, çaresizlik neden? Niçin varım, beni, şunu bunu kim var ediyor, niçin belli kalıplar içinde sınırlanmışım, nereden geldim, nereye gidiyorum? Toprak, su, canlı, cansız, güneş, ay, dünya, hareket, akış bunlar niçin?”
Cevapları umursamamak, kişiyi anlam krizinden kurtarmadığı gibi dünyevi tatminsizliği derinleştiriyor.
Meseleyi gelişmiş toplumlardaki artan intihar oranlarıyla izah edip en uç sonuçlarına bakarak daraltmak aldatıcıdır. Çünkü anlam arayışından kaçıp içindeki soruları bastırarak yaşamına devam eden segmentin, gitgide adeta devasa endüstriyel biyolojik bir mamüller yığınına dönüştüğü de ortadadır.
Soruna kurduğu logoterapi(anlam terapi) ile çözüm bulmaya çalışan Viktor E. Frankl’e göre, her insan her koşulda hayatının anlamını bulabilir. Bu arayışı da, sevilen insanlarla alakalı olarak sıkı sıkıya korunan imajlar, din, mizah duygusu, sanat, gelecekten ümit, hedef, hayattan beklenti, bir iz bırakmak, iyilik, güzellik, doğruluk, doğayı ve kültürü yaşamak gibi durumlarla izah eder. Özetle ona göre, başkasının hayatını kolaylaştırmak ve başkasıyla sevgi iletişiminde bulunmak hayatın anlamını bulmanın temel adımlarıdır.
Yalnız, acılar kısmında, kendisi anlamın adresini şaşırdığını itiraf etmiş gibidir: “Değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı acıdan kaçmamalı, onunla yüzleşmeli ve ondan utanmamalıdır.”
Halbuki başka bir batılı filozof ve varoluşçu felsefenin kurucusu sayılan Kierkegaard ise, bir yaratıcıya ve bu dünyadan sonraki hayata inancın, insanı bu dünyadaki temel bunalımından kurtaracağını yani anlamın, aşkın bir Allah inancında bulunabileceğini söyler.
Yine Slav asıllı Amerikalı filozof Thomas Nagel’de bu görüşü şöyle destekler; “Yaşadığınız hayatın daha büyük bir anlamı olabilmesinin birtakım yolları vardır. Belki dünyayı gelecek nesillerin faydasına daha iyiye doğru değiştirecek politik ya da sosyal bir hareketin bir parçası olabilirsiniz. Yahut yaşamınızın dinî bir anlamının bulunduğu ve o nedenle de dünya ömrünüzün sadece yaratıcı ile doğrudan görüşeceğiniz sonsuz bir hayata hazırlık olduğunu düşünebilirsiniz.”
Öte yandan bazıları, yaşamın anlamını ikiye ayırıp, kişinin kendisine dair hedeflerinin ve cevaplarının dünyevi, kişinin çok üstünde ve ondan üstün olarak var olan bir düzene ilişkin cevapların ise kozmik anlam olduğunu, krizin bu ikisinin uyumuyla aşılacağından söz ederler.
“Müslüman mısın?” sorusuna “elhamdülillah Müslümanım” diye cevap veren kimseler için, tabi ki anlam da amaç da bellidir. Yalnız bu kadar şek, şüphe, kuşku, tereddüt, evham, kuruntu, vesveseye maruz kalan Müslüman da; “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” (Nisa 136) ayetiyle amel ederek, hidayet üzere olduğu halde, her gün en az kırk defa okuduğu Fatiha ile Allah’tan yine hidayet isteyecek, anlam evrenini nurlandıracaktır.
“Allah’ım! Kalbime büyük bir nur ver; gözüme bir nur, kulağıma bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; bana büyük bir nur ihsân eyle! Sinirlerime bir nur, etime bir nur, kanıma bir nur ver; saçlarıma bir nur, derime bir nur ver!” (Buhârî, Deavât, 9; Müslim, Müsâfirîn, 181)