Türkiye’de ideolojik ve batıya teşne eğitimin tarihsel süreçte yol açtığı tahribat, hem eğitimin bilimsel niteliğini zayıflatmış hem toplumsal kutuplaşmaya hem de bireysel düşünme becerilerinin körelmesine sebebiyet vermiştir. Tektipçi ve ulus devlet anlayışı empoze faaliyetinden dolayı eğitimde bir türlü istediğimiz mesafeyi alamadık. Aksine daha da geriye gittiğimizi söyleyebilirim. Oysa eğitimde esas olan ideolojik dayatma değil bireyin içindeki potansiyeli keşfetmek ve bunları geliştirmektir. Yanı sıra bireyin bedensel, zihinsel ve ruhsal anlamda tekâmülünü sağlamaktır. Konuyu analitik ve dengeli olarak ele aldığımızda şunları rahatlıkla söyleyebiliriz.

İdeolojik eğitimde, “doğru” önceden tanımlıdır. Bu tanımlamadan kaynaklı olarak sorgulama, itiraz ve alternatif görüş geliştirme becerilerine mahal yoktur. Bireye ne verilirse öğrenilmesi gereken obje odur, dolaysıyla ezbere dayalı öğrenme ön plana çıkar. Sorgulama, itiraz ve eleştirel düşünceye ket vurulmuş olur. Hal böyle olunca akademik ve entelektüel üretim kısıtlanmış olur. Eleştirel düşünce zayıfladığı için öğrenci; problem çözen değil, verilen fikri tekrar eden nesne hâline gelir.

İdeolojik eğitimde, öncelik bilimsel gerçekler seçilerek aktarılır. Evrensel bilimsel yöntemler geri plana itilerek perdelenir. Dolaysıyla tarih, felsefe ve sosyal bilimlerin araçsallaştırılmasına yol açtığı gibi bilimsellikten de uzaklaştırmaya sebep olur. Netice itibarıyla uluslararası akademik standartlarla uyumsuzluk ve bilgi kalitesinde düşüş meydana gelir.

İdeolojik eğitim, ilkesel olarak tek bir “makbul ve makul vatandaş” modeline dayalı olduğu için farklı kimlikler, düşünceler ve yaşam tarzları dışlanmış olur.

“Biz–onlar” ayrımı erken yaşta içselleştirilir. Toplumsal uzlaşı kültürü zayıflar. Toplumsal kutuplaşma derinleştiği için uzun vadede farklı kültürler zarar görür ve sosyal fay hatları tetiklenmiş olur.

İdeolojik eğitim, baskıya dayalı olduğu için öğrenci kendi fikrini ifade etmekten çekinir, hata yapma korkusuna kapılır, sanat, felsefe ve özgün düşüncede gerileme sendromunu yaşar. Bireysel özgüven ve yaratıcılık kaybından dolayı ekonomik ve kültürel gelişimi de doğrudan etkilenmiş olur.

İdeolojik eğitimde, sadakat; bilgi ve yetkinliğin önüne geçer. Bireydeki potansiyel güç baskılanır, var olan kabiliyet ve yetenek körelir ve doğal olarak liyakat ilkesi zedelenmiş olur. Aynı zamanda akademik kadrolarda nitelik aranmaz, “benim adamım olsun nasıl olursa olsun” anlayışı ön plana çıkar ve bu da üretimi ve gelişmeyi olumsuz etkiler. Kendi ülkesinde rahat olmayan, özgür düşüncesinden mahrum ve yeteneklerini geliştirmede problem yaşayan bireylerin beyin göçünün yaşanmasına sebebiyet vermiş olur. İla nihaye ülkenin insan sermayesini zayıflatmaya götürür.

Eğitim sisteminin sık sık ideolojik yönelimlere göre değişmesi öğrencilerde ve ailelerde belirsizlik yaratır, eğitimin tarafsızlığına olan güveni aşındırır ve eğitimi bir “aydınlanma aracı” olmaktan çıkarır.

Netice olarak Türkiye’de ideolojik eğitim; kısa vadede belirli bir dünya görüşünü yayabilir ancak uzun vadede bilimsel gelişme, toplumsal barış ve kültürel bilinç açısından ciddi tahribata yol açar.

Sağlıklı bir eğitim sistemi; ideolojileri dayatan değil, öğrencilerin ideolojileri özgürce tartışabileceği bir zemin sunan sistemdir.