Kadim İslam beldesi Kahire, 1882 yılında yani İzzeddin doğmadan bir sene önce de bu kez İngilizler tarafından işgal edilmişti. İşgalcilerin işi sanıldığı kadar kolay değildi. Öyle ‘her gelene ağam, gidene paşam’ demek günleri geride kalmıştı. İslam dünyasında olan bitene tanıklık edenler içerisinden çok önemli düşünürler yetişmişti. Ezher mezunu, tanınmış şair, Şeyh Ali Yusuf bunlardan birisiydi. İslami ve Kur’anî bir çizgide yayın politikalarını sürdüren Şeyh Ali Yusuf, “el Müeyyed” isimli bir gazete çıkararak bir boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Muhammed Abduh ve Reşit Rıza gibi önemli düşünürlerin gazetenin kadrosuna katılması uzun sürmemiş, yazıları el Müeyyed sütunlarında görülmeye başlanmıştı. Öyle ki bu gazete ilerleyen süreçte işgal karşıtı yazıların yayınlanabileceği tek mecra haline gelmişti.
Mısır’daki İngiliz sömürgeciliğine karşı Afgani ve Abduh tarafından çıkarılan “el Urvetü’l –Vüska” dergisinin yayın tarihi biraz daha eskiye dayanmaktaydı. İşgalden iki sene sonra yani 1884 yılında yayın hayatına başlamıştı. Ancak Mısır’da böyle bir dergi çıkarmak imkânsız olduğu için, Paris’te yayınlanıyordu. “El Urvetü’l-Vüska” dergisi İslam Dünyasının birçok yerine el altında ücretsiz gönderiliyordu. Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un dergiyi özel olarak gönderdikleri 900 civarında isim vardı. Sultan 2. Abdulhamid, Tunuslu Hayreddin Paşa, Mısır başbakanları Riyâz ve Şerif Paşalar ve dönemin tanınmış Ezher hocaları bu isimlerin başında yer alıyordu. Hülasa, İzzeddin el- Kassam’ın birkaç yıl sonra ders halkalarına katılacağı hocaları da bu kaynaktan beslenmekteydi.
Mısır’da Afgani- Abduh çizgisinden gelen Reşid Rıza’yı da zikretmeden geçersek eksik söylemiş oluruz. Reşid Rıza, “el Menar” isimli bir dergiyle edebiyat dünyasına katıldı. El- Menar dergisinin Balkanlar’dan, Kuzey Afrika’ya, Suriye’den, Hicaz, Irak, Yemen, Kafkasya ve Kırım’a kadar uzanan çok geniş bir muhabir ağı vardı. Bu muhabirler vasıtasıyla, oralardan gelen yazıları ve haberleri yayınlayarak Müslümanlar arasındaki fikir alışverişini güçlendiriyorlardı. Reşid Rııza, Muhammed Abduh ya da Ferid Vecdi gibi önemli Müslüman düşünürlerin yazıları da farklı dillere çevrilerek bu coğrafyalara ulaşıyordu.
O dönem İslam-Batı çatışması özellikle 1870’li yıllardan itibaren iyice belirgin hale gelmişti. İttihad-ı İslam yani İslam Birliği fikri, sadece aydınlar arasında değil devleti yönetenlerin hatırı sayılır bir kısmı açısından da önemli bir hal almıştı. Sultan Abdulaziz’in 1869 yılında, Mısır’da olan ve Hicaz’a gitmeyi düşünen Cemaleddin Afgani’yi İstanbul’a davet etmesi bunun en büyük delillerinden birisiydi. Daha sonra Fransız Filozof, Oryantalist ve tarihçi Ernest Renan’ın Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı konuşmaya reddiye yayınlayanlardan birisi olacak olan Cemaleddin Afgani, sultanın davetine icabet ederek 1869’dan 1871 yılana kadar İstanbul’da kalmış, henüz İstanbul’a gelmeden namı bilindiğinden sadrazam Ali Paşa başta olmak üzere pek çok Osmanlı devlet adamı tarafından heyecanla karşılanmıştı. 1870 yılının şubat ayında Darülfünun’un (İstanbul Üniversitesi) açılışında çok ses getiren bir konuşma yapmış, Ramazan gecelerinde Darülfünun’da halka açık konferanslar vermişti.
El-Kassam’ın kökleri maziye dayandığı için insanlığa umut vaad etmektedir. Cebele’de İzzeddinle başlayan yolculuk, Suriye’den Filistin’e uzanan bir öyküyle başlamıştı. Mezhebi ve meşrebi taassuptan uzak el Kassam, Ezher’in sömürgecilik karşıtı direniş ruhundan beslendiği için ümmetin bütün kesimlerinin takdir ve beğenisini toplamıştır. Direniş, batı dünyasının başkentlerinde, Amerikan Üniversitelerinde özgür düşünen, vicdanı bozulmamış yüz binlerce insanın ayağa kalkmasında, Siyonist vahşetin lanetlenmesinde lokomotif görevi görmüştür. İslam’ı diri ve canlı yaşayarak, Siyonist vahşete karşı salt İslam dünyasını değil, bütün insanlığı uyandırarak aleyhlerinde olan şartları lehlerine çevirmesini bildiler.