• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

israil ve hamilerinin Gazze soykırımı başta olmak üzere Lübnan’dan Suriye’ye ve Yemen’e kadar her yerde işledikleri zulümleri konuşmaktan ve yazmaktan içimizdeki zulümleri neredeyse göremez olduk.

Aklıselim insanların da sıkça dikkat çektikleri gibi, Türkiye toplumu büyük bir ahlaki çöküş yaşamaktadır. Öyle ki, en temel ve dahi en kutsal kurum olan ailemiz, Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en ahlaksız saldırıları altında can çekişmektedir. En acı olanı da bu saldırıların bizzat hükümet tarafından çıkarılan yasalar üzerinden yapılıyor olmasıdır. Sözde kaldırılan – iptal edilen İstanbul Sözleşmesini içeren 6284 sayılı yasadan tutun da, zina yapma yaşını aşağıya ve evlilik yaşını 18’e çıkaran yasalar kadar hepsi ailenin köküne yerleştirilen birer dinamit gibidir.

Ahlaki çöküşün diğer bir kaynağı da şüphesiz ki, eğitim sistemidir. Çünkü müstemlekeci, insani – ahlaki değerlere düşman bir eğitim sistemi hüküm sürmektedir.

Tabii ki, bu olumsuzlukların hiçbiri kendi kendine olmuyor. Bütün bunları yapan ve yaptıran bir irade vardır ve bu da hükümettir ve ilgili kurumlardır. Hükümetin icraatlarına baktığımızda, birçok konuda mevcut yasaları dahi uygulamadıklarını görüyoruz. Bazı kanunları keyfi olarak uygulamazken, bazılarını da uygulamaktan aciz kalıyorlar. Keyfi olarak uygulamaktan kaçındıkları yasalar, belli güç ve odaklar nedeniyledir. Bunun çokça örnekleri var, ama bir tanesi ile yetinelim… Mesela, Seçil Erzan Davasında adları geçen Fatih Terim ve Arda Turan’a, “bu paraları nereden getirdiklerine” dair bir soru yöneltildi mi? Ki bu, sadece buzdağının görünen kısmıdır.

Hükümet, vatandaşlarını bankalara, üretici ile tüketici arasındaki gaspçılara, sağlığa zararlı ürünleri üretenlere ve satanlara karşı korumakta da aciz kalmaktadır.

Mesela, Sağlık Bakanlığının icraatları… Bir bakanlık düşünün ki, en büyük icraatı, sahte bal, sahte içki üretenleri, helal ete domuz karıştıran şirketleri, at, eşek vb. hayvanları vatandaşlara yedirenleri teşhir etmektir. Caydırıcı cezalar vermediği içindir ki, insanlık düşmanı bu şirketler de ya aynı isimle, ya da yeni bir isimle vurgunlarını sürdürüyorlar.

AB Sağlık Bakanlıkları ile Türkiye’nin Sağlık Bakanlığını kıyaslamamın nedenini de örnekler üzerinden anlatayım…

Malum, anılan ülkeler arasında yoğun bir ihracat - ithalat trafiği var. Ve Türkiye’den Avrupa’ya giden ürünlerin önemli bir kısmını da sebze, meyve ve diğer yiyecekler oluşturmaktadır.

Bazen haberlere de konu olduğu gibi, Türkiye’nin ihraç ettiği ürünlerden bazıları, yapılan kontrollerde sağlığa zararlı oldukları tespit edildiği için geri gönderiliyorlar. Peki, Türkiye’nin Sağlık Bakanlığı ne yapıyor. HİÇ! Evet, hiçbir şey yapmıyor. Hâlbuki evvela geri gelen ürünü imha etmesi ve saniyen ilgili şirkete hak ettiği cezayı kesmesi gerekmez mi? Ama nerede o insani duyarlılıkta Bakanlar ve yetkililer?

Aslında AB Bakanları ile Türkiye’ninkini karşılaştırmakla, AB Bakanlıklarına haksızlık ettiğimin de farkındayım. Çünkü bir tarafta kendi vatandaşının sağlığını her şeyin üstünde tutanlar ve diğer taraftan vatandaşına zararlı şeyleri yedirenler…

Sözlerime bir soru ile son vereyim: Ne yapmalıyız ki, kazıklanma korkusu yaşamadan aldığımız, sağlığımıza zararlı korkusundan uzak bir şekilde yediğimiz ve “helal” diye satılan etlerin gerçekten de helal olduğu günleri de görebilelim?