• DOLAR 34.505
  • EURO 36.543
  • ALTIN 2914.717
  • ...

İnsanlık tarihinde saldırının böylesini yaşadı mı, bilmiyoruz. Sesimizi kime ve nasıl duyuracağımızı da bilemez bir haldeyiz. Anadolu insanı, Anadolu ailesi ve özellikle Anadolu kadını son bin yıldır nice savaşlara ve nice vahşi saldırılara maruz kaldı... Nice yoklular ve kıtlıklar yaşadı… Ve nice felaketleri atlattı…

Ama hiçbiri bu denli hayâsız, bu denli planlı-programlı, bu denli yoğun ve bu denli imha edici değildi.

Çünkü her ne kadar bu son saldırının ana kumandası ve merkez üssü dışarıda olsa da içimizde de yeteri sayıda cepheleri, mevzileri ve buralarda emirlerini harfiyen yerine getiren insanlar vardır.

Yani anlayacağınız, ailemiz üzerinden bizi kuşatanlar sadece dışarıdaki Anita’lar, Maria’lar ve David’ler değil, çocuklarımız olmalarına rağmen zihnen ve fikren onlarla ve onların açtıkları seferberlik bayrağının altındaki yerlerini Ayşe’ler, Fatma’lar, Sümeyye’ler, Zehra’lar ve Yalçın’lardır.

Tepeden tırnağa Batının ve Batılın değerleriyle, Batının Euro ve dolarlarıyla, yazılı, işitsel ve görsel medyalarıyla kuşanmışlar ve saldırıyorlar.

Hayâsızlığını, vahşiliğini ve değer tanımazlığını anlatmak için kelimelerin kifayetsiz kaldığı bu saldırının adı, anayasanın da üstünde olan İstanbul Sözleşmesidir.

Bu güruh geçen bu kısa zaman içinde İstanbul Sözleşmesi üzerinden saldırmadık ve itibarsızlaştırmadık bir değer, tecavüz etmedik bir kutsal ve iğfale yeltenmedikleri bir zihin bırakmadı.

Uzun sözün kısası, aile olarak çepeçevre kuşatılmışız ve dört biryandan saldırı altındayız.

Boşanan ailelerimizin sayısına paralel bir şekilde evlilikten korkan gençlerimizin sayısı da artıyor.

Hele hele çocuklarımızın karşı karşıya olduğu tehlike hepsinden de beterdir. Onların körpe dimağ

larına erkekleri erkekliklerinden ve kadınları da kadınlıklarından uzaklaştıracak ve hatta karşıt cinslerden nefret ettirecek telkinlerde bulunuyorlar.

Dikkat ederseniz, “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “bireylerin cinsel yönelimi-eğilimi” gibi muğlak ifadeler üzerinden insanın fıtratını doğrudan hedef alan saldırılar gerçekleştirmektedirler.

Yukarıda anlattıklarımız ne kadar kötü olursa olsun, bir anlam verebiliyoruz. Yani diyebiliyoruz ki, onlar görevlerini yapıyorlar.

Peki, ya bizler?

Bireyler olarak yükümlülüklerimiz tabii ki vardır. Ama ailemize yönelik bu küresel saldırıya karşı koymak noktasında en büyük pay doğal olarak devlete ve yöneticilere düşmektedir. İşte sözün tam da burasında diyoruz ki, Erdoğan Erdoğan’a karşıdır!

Bunu söylemek ve bunu söylemek zorunda kalmak o kadar zor ki!

Çünkü kendisi bir aile olan, aile hakkındaki hassasiyeti bilinen ve takdir edilen, her fırsatta aile olmanın, aileyi kurmanın ve korumanın ve aileyi geleceğe taşımanın önemine vurgu yapan ve bütün bunlarla birlikte küresel güçlerin ailemizi hedef alan kirli emelleri ve saldırıları hakkında herkesten daha fazla bilgi sahibi olan Erdoğan’a karşı yukarıda saydığımız bütün bu değerleri ortadan kaldırmak gibi bir misyonu olan İstanbul Sözleşmesini imzalayan bir Erdoğan’ı görmek o kadar acı ve üzücü ki…

Hatırlayacağınız gibi, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, 9 Aralık’ta yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı

Sosyal İşler Bakanları Zirvesi’ndeki konuşmasının önemli bir bölümünü de yine aileye ayırdı; ailemizin sorunlarını çözmek ve aynı zamanda ailemize yönelik saldırılara da karşı koymak için seferber olmamız gerektiğine dikkat çekti.

Sözün burasında başta Erdoğan’ın şahsında olmak üzere kendimize yöneltmemiz gereken soru şudur: Hangi değerleri ikamet etmek için seferber olmalıyız?

Çünkü mesele sadece seferber olmak değil, bu seferberlikte bir yandan ikame etmemiz ve diğer yandan karşısında durmamız gereken değerlerdir.

Bu noktadan aileye baktığımızda, Türkiye’nin zaten başlattığı bir seferberlik var. Hem de parlamentodaki bütün partilerin katılımıyla!

Düşünebiliyor musunuz, öyle bir seferberlik ki, Ak Parti ile CHP ve MHP ile HDP omuz omuzadırlar!

Evet, hayal bile edemediğimiz bir şeyin gözlerimizin önünde nasıl gerçekleştiğine şahit oluyoruz.

Dün birileri bize, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile HDP Eş Başkanı Temelli’nin, Sosyal Politikalar ve Aile Bakanı Selçuk ile HDP Eş Başkanı Buldan’ın, Kılıçdaroğlu ile Bahçeli’nin ve Akşener ile yine HDP vekillerinden Öcalan’ın İstanbul Sözleşmesini hayata geçirmek için seferber olduklarını ve omuz omuza mücadele ettiklerini söyleselerdi, kendilerine “sizin aklınızdan zorunuz mu var?” diye çıkışmaz mıydık?

Ama şimdi hepsi gözlerimizin önünde cereyan ediyor.

Ya çoğunluğu Müslümanlardan oluştuğunu düşündüğümüz KADEM’in LGBTİ ve diğer derneklerle birlikte seferber olmalarına ve adeta omuz omuza bir cephe savaşı vermelerine ne demeli

Ailemize hayasız bir saldırı da bazı hastaneler ve bazı doktorlardan gelmektedir: ABD’de sezaryen doğumların oranları yüzde 4 iken sağlık alanında ABD’yi geride bırakmış olan Türkiye’de bu oran yüzde 50’dir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sezaryen doğumlara karşı olmasına rağmen dünya rekorunun Türkiye’de olması ise ayrıca düşündürücüdür.

Aile olarak kalmak isteyen bizlerin sesi Beştepe’de konuşlanmış Mervan’ları aşarak Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a ulaşır mı, bilmiyorum, ama Ak Parti’nin izlediği politikalarla aileye Cumhuriyet tarihinin en büyük travmasını yaşatmakta olduğunu hatırlatmak dostça bir yükümlülüktür.

Bu vesile ile cevabını beklediğimiz diğer sorumuz da şudur: sözünü ettiğiniz bu seferberlik; Batının, Batılın ve Batılıların değerlerinin diğer adı olan İstanbul Sözleşmesinin hayata geçmesi için mi, yoksa fıtratla barışık ve bizi biz yapan değerlerimizi ikame etmek için mi olacak?