Eskilerin bu ifadesini şöyle terceme edebiliriz: "Konuşma üslubu kişiyi yansıtır. Kimin üslubu neyse o öyledir”.

Hz. Pir de bu manayı pekiştirme sadedinde şöyle demiş:

“Testinin içinde ne varsa dışarıya o sızar.”

Bu yazımızda üslubun önemi ile beraber soruna yaklaşım tarzının etkisini işleyen ilgili meşhur örnekleri sunarak konuya dikkat çekmeye çalışacağız:

Halife Hz. Ömer(ra) ateş yakan bir grup gördü. Onlara biraz yaklaştı ve “Ey aydınlık ehli” diye seslendi. “Ey ateş ehli” demedi. Zira bu kelime onları incitebilirdi.

Hz. Hasan ve Hüseyin(ra) henüz genç yaştaydılar. İhtiyar bir adamın abdest alırken yanlışlar yaptığını gördüler. Bu ihtiyara yanlışlarını göstermek için şöyle bir oyun tasarladılar:

-Amca?

-Buyurun yakışıklı şirin delikanlılar.

-Biz aramızda nasıl doğru bir abdest alacağımız konusunda ayrılığa düştük. Abdest almamıza bakıp hangimizin doğru yaptığını gösterebilir misin?

-Haydi bir bakayım.

Hz. Hasan ve Hüseyin sünnet üzere abdest aldılar.

Onlara bakan adam gülümsedi ve "Siz doğru yapıyorsunuz, asıl yanlış yapan benmişim" dedi.

Çok tutucu gençlerden biri Muhammed Gazali’ye geldi ve şunu sordu:

“Hocam namaz kılmayanın hükmü nedir, ona nasıl bir ceza uygulayalım?

Gazali şöyle cevap verdi: "Namaz kılmayanın hükmü, sizin onu namaza ikna edip camiye getirmenizdir." dedi.

Hayatın başarısı ayıpları aramak değil, o ayıpları münasip bir üslupla kapatmaya çalışmaktır.

Padişah ile rüya tabircisinin hikayesi:

Padişahın biri, rüyasında, dişlerinin önden arkaya doğru döküldüğünü, yemek yiyemez hâle geldiğini görür. Canı sıkılan padişah, gördüğü rüyanın yorumunu yaptırmak üzere derhal saray tabircilerini huzuruna çağırtır.

Rüyasını anlattıktan sonra tabircibaşına:

“Hele bir söyle, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir?” diye sorar. Tabircibaşı hiç düşünmeden:

“Maalesef şerdir padişahım!” der ve sözlerine şöyle devam eder:

“Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki gözlerinizin önünde bütün yakınlarınızın birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz.”

Tabircibaşının bu yorumu, padişahın gönlünde adeta soğuk rüzgarlar estirir. Bir anlık sessizliğin ardından padişah hiddetle kükrer:

“Tez atın şunu zindana, felâket tellalı olmak neymiş öğrensin!”

Muhafızlar, tabirci başını yaka paça götürüp zindana atarlar.

Padişah, bu kez huzurundaki diğer bir tabirciye dönerek:

“Sen söyle bakalım, rüyamın tabiri nedir, hayır mıdır, şer midir?” der.

Tabirci sükûnet içinde bir müddet düşünür, sonra birden yüzü aydınlanır ve tane tane konuşmaya başlar:

“Hayırdır padişahım, hayırdır!” der. “Bu rüya, bütün yakınlarınızdan uzun yaşayacağınızı ve daha nice seneler ülkenizi huzur ve saadetle idare edeceğinizi gösterir.”

Bu habere çok sevinen Padişah, tabirciye iki kese altın bağışlar.

Olup biteni başından beri izleyenler ise şaşkınlıkla tabirciye şu soruyu sorarlar:

“Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Padişah neden onu cezalandırdı da seni mükafatlandırdı?”

Tabirci tebessüm eder ve şöyle der:

“Elbette aynı şeyi söyledik; fakat öyle zaman olur ki, ne söylediğinden ziyade nasıl söylediğin ve kime söylediğin daha bir önem arz eder.”

İşte, ifadedeki üslup farkı dolayısıyla aynı manayı ifade eden sözlerin, muhatapta meydana getireceği olumlu ve olumsuz neticeleri gösteren, ibretlik bir kıssa. Bu kıssadan alınması gereken hisse ise; hakkı söylerken, sözü, muhatabın duygularını dikkate alarak, ince düşünüş, feraset, nezaket ve zarafetle söylemenin ne derece ehemmiyetli olduğudur.

Yazımızı ünlü mütefekkir Cemil Meriç’in meşhur sözüyle bitirelim:

“Yanlış üslup doğru sözün celladıdır.”