Dünyada ve Türkiye’de kimisi ümit verici, kimisi onur kırıcı ve kimisi de onur abidesi o kadar olay yaşanıyor ki…

Haliyle bizler de nerede olursa olsun, hepsinde tarafız. Hem bireyler olarak tarafız hem de dernekler, partiler, hükümetler ve devletler olarak…

Ama önemli olan, bizim hangi tarafta olduğumuzdur. Daha önemlisi, iyi tarafta olup olmadığımızdır. Ve en önemlisi de, olduğumuz taraftaki yükümlülüklerimizi hakkıyla ve layıkıyla yerine getirip getirmediğimizdir. İşte bu noktada özellikle Müslümanlar olarak iyi bir sınav verdiğimizi söyleyemiyoruz.

Konuyu dağıtmadan Türkiye’de duralım…

Türkiye’de bu son aylarda yoğun yaşadığımız olay, 50 değil, 100 yıldır yaşadığımız bir iç savaşı sona erdirmek yönünde gösterilen kararlı çabalardan sonuç alınmış olması ve bu bağamda devletin PKK’ya silah bıraktırabilmiş olmasıdır. Ki bu, Türkiye için bir milattır. Çünkü böylece estirdiği terörle sadece son 50 yılımıza damgasını vuran PKK’yı gömmüş olmuyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kıyımların, katliamların ve sürgünlerin faili ve PKK’yı doğuran inkâr politikalarının mimarı olan CHP’yi gömüyoruz. Hâlbuki CHP’nin işlediği terör, bizzat kendisinin doğurduğu PKK’nın terörüyle kıyaslanamayacak kadar hem çok fazla ve hem de daha çok boyutludur. Örneğin, toplumu dini ve etnik aidiyetleri üzerinden ötekileştirip, kimisini “mürteci” ve kimisini de “bölücü” diye damgaladıktan sonra onları darağaçlarına asmak, toplu katliamlardan geçirmek ve inkâr politikaları üzerinden kadim kardeşliğimizde bir fetret dönemi oluşturmak… Evet, hepsi ve daha fazlası CHP orijinlidir.

Dolayısıyla terörü PKK’nın yaptıklarıyla sınırlı görmek hatasına düşersek, kaynağını kurutamayız. Yani teröre kaynaklık teşkil eden darbe anayasasından başlayarak, hepsini hayatımızdan çıkarmalıyız ki, Terörsüz Türkiye hedefimizi gerçekleştirebilelim.

Kimlerin samimi olup olmadıklarını ve kendilerini olumlu yönde değiştirip değiştirmediklerini de ancak icraatlarıyla öğrenebileceğiz.

Ama gerçek olan şu ki, toplumun ihtiyaçlarına cevap olacak şekilde kendilerini yenileyemeyenler miatlarını doldurmuş olacaklar. Mesela, PKK’nın silah bıraktığını ilan etmesi, kendisini yenilediği anlamına gelir. Ama bu yenilemeyi toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek bir düzeye getirebilir mi, bunun da ilk adımı, kendisinden olmayanların varlıklarına ve inançlarına saygılı olup olmayacağıdır.

Sürecin başından beri olumlu çabaları ve sözleriyle en fazla ümit veren de Bahçeli’dir. Ki sözleri bir yenilemeyi de içeriyor. Örneğin, Kürtlerin inkârını ve Kürtçenin yasağını içeren Atatürk Milliyetçiliğini bıraktığını ve onun yerine artık kadim kardeşliğimizi yeniden ihya edecek ve Said Nursi’nin de deyimiyle müspet bir milliyetçiliği koyduğunu söyleyebiliriz. Burada önemli olan, diğer bir milletin fıtri haklarının tanınması ve yaşatılmasının garanti altına alınmasıdır.

AK Parti ise, kendisinden beklenen performansın çok gerisinde seyretmektedir. Öyle ki, bu görüntüsünü AK Parti miadını doldurmuş şeklinde okuyanlar da az değildir. Çünkü AK Parti’nin adaletten, ehliyetten ve liyakatten uzaklaşıp böylece toplumu CHP’ye mahkûm etmesini… Özellikle yönetici kadrolarının Milliyetçiliğe, Devletçiliğe ve Kemalizm’e sapmalarını… Yine yönetici kadrolarının Anıtkabir’e ilticalarını… Ve hele hele israil’in Gazze’deki soykırımına karşı, en azından Ak Parti düzeyinde siyonist ürünleri boykot etme iradesini gösteremeyişini ve üstüne üstlük kimi yöneticilerinin soykırımı destekleyen şirketlerin açılışını yapmalarını anlayışla karşılamasını görüp de böyle bir sonuca varmamak elden değil… Hâlbuki kadim kardeşliğimizin yeniden inşası yolunda rejimin kanlı inkâr politikalarına karşı dün ilk cesur adımları atmış olan Erdoğan’ın ve partisinin bugün de hepsinin önünde veya en azından MHP düzeyinde katkı sunması gerekmez miydi?

Ak Parti, bundan sonra yeniden ismi ile müsemma olabilir mi, göreceğiz…