Verilen bir iş ve vazifeyi hakkıyla yerine getirmek iyi bir mümin olmanın da alametlerindendir elbette. “Onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.” (Mü’minun,8)
“ Şüphesiz Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Böylece Allah size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah her şeyi hakkıyla işiten, kemaliyle görendir.” (Nisa, 58)
Bu ayeti kerime ahlakla hukukun en geniş kapsamlı ilkelerinden olan emanet ve adalet kavramları bir arada zikredilmiştir. Bu ayet müfessirlerce din ve şeriatı bütünüyle kapsayan, temel hükümleri ortaya koyan bir ayet olarak görülmüştür.
İslâmi literatürde emanet oldukça geniş kapsamlı bir kavramdır. Bu durum kelimenin Kur’an ve hadislerdeki kullanımından ileri gelmektedir. Bu anlamlardan biri de “görev”dir. Sosyal, ekonomik siyasi olsun toplumu ilgilendiren her görev emanettir ve bunun gereğince eda edilmemesi hıyanet olarak adlandırılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi vesellem), vergi memurluğu görevi isteyen Ebû Zer el-Gıfârî’ye, “Sen güçsüzsün; bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur” demiştir (Müslim, “İmâre”, 16).
Sahih bir hadiste Hz. Peygamber(sallallahu aleyhi vesellem) de emanete hıyanet etmeyi münafıklık alâmetleri arasında saymıştır. (Buhârî, “Îmân)
Görevin ehliyetli insana verilmesi gerektiği konusunu Hz. Pir (ra) Mesnevi’de şöyle anlatır:
“Bir gün beyleri Sultan Mahmud'a: “Eyaz” denilen bu kölenin ne marifeti var ki sen ona otuz kişinin maaşı kadar maaş ödüyorsun?" dediler. Sultan Mahmud, bu soruya o anda karşılık vermedi.
Birkaç gün sonra beylerini alarak ava çıktı. Giderlerken bir kervanın gitmekte olduğunu gördüler. Sultan Mahmut, Beylerden birine: "Git sor, bakalım bu kervan nereden geliyor?" dedi. Bey atını sürerek gitti, birkaç dakika içinde geriye döndü. "Efendim kervan Rey şehrinden geliyor." dedi. Sultan Mahmut: "Peki nereye gidiyormuş?" diye sorunca bey susup kaldı.
Bunun üzerine Sultan Mahmud başka birini gönderdi. O da gidip geldi. "Efendim, Yemen'e gidiyormuş." dedi. Padişah: "Yükü neymiş?" deyince o da sustu kaldı.
Bu defa padişah başka bir beye: "Sen de git yükünü öğren!" dedi. Bey gitti geldi: "Her cins mal var fakat çoğu Rey kâseleri." dedi. Padişah: "Peki kervan Rey'den ne zaman çıkmış?" diye sorunca bey susup kaldı cevap veremedi. Padişah böylece tam otuz beyi gönderdi otuzu da istenen bilgileri tam olarak getiremediler.
Padişah son olarak Eyaz'ı çağırdı: "Eyaz, git bak bakalım şu kervan nereden geliyor." dedi. Eyaz saygıyla padişahın huzurunda eğilerek konuşmaya başladı: "Efendim, kervan görünür görünmez sizin merak ederek soracağınızı tahmin ettiğimden gidip gerekenleri öğreneceğim” deyip vardı gitti. Çok geçmeden döndü ve anlatmaya başladı:
"Kervan Rey'den geliyor Yemen'e gidiyor, yükü şudur, şu kadar at, şu kadar deve, şu kadar katırdan oluşuyor. Kervanda şu kadar insan var, onlardan şu kadarı silâhlı." diye başlayarak kervan hakkındaki en küçük malumata varıncaya kadar anlattı. Bütün bunları beyler ağzı açık dinliyorlardı. Böylece Eyaz tek başına otuz beyin edinemediği bilgiyi edinmiş, başaramadığı işi başarmıştı.
Padişah beylerine döndü: Sadık kölem Eyaz'a neden otuz kişinin ücretine denk ücret verdiğimi anladınız mı? Görüyorsunuz ki bu bile onun hizmetine karşılık az geliyor." dedi. Böylece Eyaz'ı çekemeyerek aleyhinde konuşan beyler utandılar, yaptıklarına pişman oldular”.
Konuyu ilgili meşhur hadisle noktalayalım:“İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır”. (Buhâri)