Önce bir soruyla başlayalım.

Silahla işgal edilen topraklar silahsız bir direnişle kurtarılabilir mi?

Soruyu son günlerde dillendirilen “Direniş hareketlerinin silah bırakması” ve “silahsız Filistin devleti” söylemleri çerçevesinde soruyorum.

New York'ta Fransa ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde gerçekleşen “Filistin Meselesinin Barışçıl Çözümü ve İki Devletli Formülün Uygulanması” başlıklı uluslararası bir konferans düzenlendi ve bunun sonunda "New York Deklarasyonu" olarak adlandırılan bir bildiri yayımlandı.

Siyonist işgal rejimin hiçbir zaman kabul etmediği “İki devletli çözüm” fikrinden söz ettiği için Filistin yanlısı olarak lanse edilmeye çalışılan etkinlikte “Savaş, işgal ve zorunlu göç politikalarının barış ve güvenlik getirmeyeceği” belirtilerek, kalıcı çözümün yalnızca “siyasi yollarla” sağlanabileceği ifade edildi.

Deklarasyonun en fazla dikkat çeken kısmı ise “Hamas’ın Gazze’deki iktidarı bırakıp silahlarını teslim etmesi çağrısı” idi.

Evet, devam eden 22 aylık soykırıma, insanların açlıktan ölmeye başlamasına rağmen Hamas’a “silah bırak ve yeryüzünün en alçak yaratıklarına” teslim ol çağrısı yapıldı.

Filistinli aktivist M. Afifi’nin dediği gibi “Direnişe silah vermeyenler, direnişten silahlarını teslim etmesi” gibi bir yüzsüzce bir talepte bulundular.

Oysa işgal süreci silahla başlamış, silahla devam etmişti ve elbette direniş de ancak silahla karşılık verebilirdi.

Biraz geçmişe gidelim..

1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lloyd George Bolfour’un “Bolfour Deklarasyonu” ile, İngiliz desteğiyle işgal edilmiş Filistin topraklarında, laik ve solcu Siyonistlerin öncülüğünde bir yahudi devletinin kurulmasına karar verildi.

Önce Yahudileri Filistin topraklarına taşıdılar, sonra da Hagana ve İrgun gibi terörist yapılanmalar İngiliz desteğiyle oluşturuldu, silahlandırıldı ve eylemler yaptırıldı.

Bu örgütler Filistin’de katliamlar yaparken Avrupa’da Hitler, Yahudilere yönelik toplama kampları oluşturmuş, katliamlar yapmıştı; ama ne ilginçtir ki, bu örgütlerin Hitler’e karşı bir eylem yaptıklarına dair neredeyse hiçbir örnek yoktur.

Yahudi teröristlere her türlü silahlı desteği veren İngilizler, kendilerini terör saldırılarına karşı korumaya çalışan Filistinlilere göz açtırmadılar. 1935’te İslami direnişin öncü isimlerinden olan İzzeddin el Kassam, yüzlerce askerden oluşan İngiliz birliği tarafından kuşatıldı ve şehid edildi.

Filistin’de 90’lı yıllara kadar varlık bulan silahlı Filistin örgütleri genellikle sol ve ulusalcı ideolojiye mensuptu bu yüzden de bazı ülkelerden destek gördüler. Özellikle Komünist Doğu Bloku ülkelerinden bazıları Filistinli örgütlere silah ve istihbarat desteği sağladılar.

İslami direniş hareketlerinin ortaya çıkması ile toplumda karşılık bulması 90’lı yıllara doğru yaklaşırken başladı. Sovyetler’in dağılması ile beraber ideolojik zeminini kaybeden sol örgütler gittikçe marijinal bir hal aldılar. Yaser Arafat sonrası ise tümüyle Siyonistlerin güdümüne girdiler ve bu şekilde işbirlikçi rejimler ve Batı tarafından “Meşru Filistin hükümeti” olarak kabul edildiler. Oysa seçimlerde kaybetmişlerdi ve Filistin halkı İslami direnişi temsilci olarak kabul ettiğini ortaya koymuştu.

Soykırımcı Siyonistler ancak Filistinlilerin kimliklerinden vazgeçerek “İsrail vatandaşı Araplar” olarak varlıklarını sürdürmelerine izin verebileceğini uygulamalarıyla gösterdi. Yani silahsız da olsa bir Filistin devletinin varlığını kabul etmiyor Siyonistler.

Böyle bir gerçek varken İslami direnişten silahlarını bırakmasını istemek, Siyonist katillere soykırım ve vahşette kolaylık sağlamaktan başka bir anlamı yok.

İslami direniş silahı bırakması durumunda kimliğiyle, inancıyla, toprağıyla beraber şeref ve haysiyetini de kaybedeceğinin farkında ve o yüzden de bunu kesinlikle kabul etmiyor.

Direnişin silahlarını bırakmasını istemek ise Siyonist projeye hizmet etmekten başka bir şey değil.