Aksa Tufanı sonrası yaşanan soykırım nedeniyle Siyonist işgalcilerin önceki yıllar gibi “Holokost edebiyatı” yapamadıkları görülüyor.

Oysa yıllardır bunun üzerinden tabir yerindeyse ekmek yiyorlar, siyasi rant elde ediyorlardı.

İçlerinde insani değerleri önemseyenler Filistinlilerin yaşadıkları üzerinden uyarılarda bulunuyorlar; ama genellikle ağır suçlamalarla karşılaşıyorlar, itibar suikastlerine muhatap oluyorlardı.

Daha 10 yıl kadar önce üst rütbeli bir asker şu söyledikleri nedeniyle eleştirilere maruz kalmış, kendi toplumuyla duygusal kopuş yaşadığı iddia edilmişti:

“Holokost bizi insanın doğası hakkında derin bir ruh arayışına götürmeli. Bizi, burada ve şimdi, ötekine karşı nasıl davrandığımızı temelden yeniden düşünmeye yöneltmeli.”

Ekim 2023’ten beri hava değişti.

İşgal altındaki topraklarda yaşayan Yahudiler, yöneticilerinin o toprakların gerçek sahiplerine karşı uyguladığı soykırıma büyük destek veriyorlar.

Sürüldükleri, para ve mülklerine el konulduğu, kamplarda açlığa mahkum edildikleri, işkencelere maruz kaldıkları iddiasıyla kendilerini mağdur bir halk olarak görenler, Nazilerin uyguladığı taktiklerin tümünü hatta çok daha fazlasını Filistinlilere karşı uygulamayı bir hak olarak görüyorlar.

Bir şehrin tümüyle imha edilmesini sevinç gösterileriyle karşılayabilecek bundan daha aşağılık, daha fazla insanlıktan çıkmış bir halk olamaz herhalde!

Aylardır tam abluka uygulanarak gıda girişine izin verilmediği için insanlar açlıktan ölmeye başlayınca bunu eğlenerek karşılayan, açlık çeken insanlarla alay eden böyle bir yaratık türü tarihin herhangi bir döneminde görülmüş müdür, bilemiyorum.

Gazze’de yaşananlar karartmalardan dolayı kısmen dünya kamuoyuna yansırken belki de dünyanın büyük kısmı insan türünün en aşağılık, en vahşi türüyle ilk kez bu derece açık bir şekilde karşılaştı.

Doğal olan, olması gereken yaşanıyor ve dünyadaki her insan bu insan kılıklı aşağılık yaratıklara cüzamlı muamelesi yapıyor ve bundan sonra da yapacak.

Bu ortamda belki de en önemli olan şey hedeflerde sapmaya izin verilmemesidir.

Soykırımcılar ve soykırım ortakları çok zaman geçmeden bu vahşetten birbirlerini sorumlu tutacaklar ve her biri kendini temize çıkarmaya çalışacaktır. “Allah emrinde galip olandır” (Yusuf/21)

Herkes kendisinin ne yapabildiğine bakar ve elinden geleni yapmaya gayret ederse, hedefine sadece soykırımcıyı ve soykırım ortaklarını alırsa süreç doğru bir şekilde işler. Ama insanlar “ben ne yapabilirim” yerine “başkaları neden bir şey yapmıyor” moduna girdiğinde, soykırımcıyla, soykırımcı şebekenin aparatlarıyla uğraşmak yerine birbirleriyle uğraşmaya başladığında umutsuzluk rüzgarları eser, gevşeklik başlar, dağınıklık ortaya çıkar.

Soykırımcının istediği tam da budur!

Hakkın sesi olmak, hakkın sesini yükseltmek, suçlamayla değil teşvik ve toparlamayla olur.

Müslümanlar olarak kaybetmemizin sebebi Müslümanları değil de kafirleri dost edinmemiz değil mi? Kafirleri değil de Müslümanları hedef almamız değil mi?

Söylediklerimizde ve yaptıklarımızda ne kadar samimiyiz, bunu sorgulama gereği duyduk mu?

İnsanları kendimize mi Allah’a mı davet ediyoruz, kendimizi muhasebeye çektik mi?

Öncelikleri, esasları belirlerken tam olarak neyi ölçü alıyoruz?

“Allah'a ve elçisine itaat edin, çekişmeyin; yoksa gevşersiniz de gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal/46)

“Biz olmazsak ümmet olmaz” anlayışı sakat bir anlayıştır.

“Eğer yüz çevirirseniz yerinize başka bir toplum getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar.” (Muhammed /38)

Öncelikle herkes kendine baksın, amaç ve hedefini sorgulasın.

İmtihan dünyasında yaşıyoruz ve hepimiz yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla sorgulanacağız.