Yaşadığımız ülkenin sokaklarında, caddelerinde artık yürüyemez olduk. Başımızı çevireceğimiz bir taraf kalmadı. Ailece gidebileceğimiz bir yer, çoluk çocuğumuzla oturacağımız bir park yok gibi.
Neredeyse her tarafta hayvanları kıskandıran bir çıplaklık yarışı var.
Bundan dolayı keşke kış gelse de şu teşhirciler üzerlerine bir şeyler alsalar. En azından bir şeyler giyseler de bizler de bir nefes alsak. Allah korkusundan yapmazlar biliyoruz. Belki soğuk havanın etkisiyle yaparlar.
Böyle giyinmelerinin (aslında giyinmemelerinin) bir izahatı var mı bilmiyoruz. Bunların anne babaları ne düşünüyor, bilmiyoruz. Akrabalarının, tanıdıklarının tepkileri nasıldır, onu da bilmiyoruz. Fakat onların bu halinden bizler hayâ ediyoruz. Tiksiniyoruz. Yönümüzü, yüzümüzü çevirmek zorunda kalıyoruz.
Buna bireysel özgürlük falan denmesi elbette kabul edilebilecek bir şey değildir.
Bu çirkin hayâsızlık asla özgürlük değildir. Giyimin serbest olması herkes her istediğini giyer anlamında değildir. Çünkü yaşadığınız toplumun ortak alanlarında asgari de olsa ahlaki ölçülere uymak zorundasınız. Bu toplumun sizin üzerinizdeki hakkıdır.
Bu anlamda her koyun kendi bacağından asılmıyor. Çünkü o leşin çirkin kokusu her tarafa yayılıyor. Ve bizlerde kimsenin bu çirkin ve kokuşmuş kokusunu çekmek zorunda değiliz. Yani bizlerin de bireysel özgürlüğüne saygı duymalısınız. Daha açıkçası biz sizin hayvanlara benzer çirkin halinizi görmek istemiyoruz.
Bu hale elbette birden bire gelinmedi. Bu bir sürecin sonucudur. Yüzyıllık Kemalizm ve yarım asırlık Apoizmin meyveleridir. Bunlar, Müslüman halkı inancından etmenin sonuçlarıdır. Daha da ötesine geçilebilmenin de planları yapılıyor.
Buna karşın yirmi yıldan fazladır muhafazakâr denilen iktidar halkın iman ve inancını yaşayabilmesi konusunda çok bir program ve proje geliştiremedi.
Evet, belki bunun önüne bir engel koymadı. Ancak düzeltilmesi için de ciddi manada adımlar atmadı, atmıyor.
‘Dindar nesil’ söylemleri sadece sözde kaldı ve sloganik bir cümle oldu. Vitrine Müslüman tipler çoğaldı. Öz değerlerine bağlı, İslami bilinci kuşanmış, hayatlarının her anına her alanına İslam’ı yerleştiren şahsiyetler çıkmadı. Böyle bir derdi olan da çok görülmedi.
Netice itibari ile suni ve sözde yapılanlar toplumca benimsenmedi. Ve maalesef bugünkü tablolar ile karşı karşıya kaldık.
Bu manada ‘bir umutla’ eğer önümüzdeki on yıl Aile Yılı olarak ilan edildiyse bunun altı ciddi şekilde doldurulmalıdır. En önemlisi de Aile Yılı ile ilgili gerçekten samimi bir şey yapılmak isteniyorsa teşhirciliğin ve çıplaklığın önüne mutlaka geçirmelidir. İlk ve en önemli ayağı budur.