• DOLAR 35.355
  • EURO 36.477
  • ALTIN 3018.46
  • ...

Toplumun en sağlam kalesi aile, şeytan ve dostlarını kudurtmaktadır. Batı etkisiyle iki asra yakındır aile kurumu ve kadının hedef alındığı malumumuzdur. Nefsi ve şehevi arzulara hizmet edecek bir kitlenin ailesiz bir kitle olduğunu bilen Batılı ve batıl güçler, İslam’a karşı en planlı, sistemli ve zamanlı saldırılarını bunun üzerinden yürütmektedirler. Çünkü Batı’nın dünyaya egemen olma ve insanlığı istediği şekilde yönetme arzusu önündeki en büyük engel ailedir. ‘Özgürlük, kadın hakları ve eşitlik’ gibi yaldızlı sözleri de bu işin cilası ve algısı olarak kullanmaları da oyunları deşifre olmasın diyedir.

Dün itibariyle 2025 yılının ‘Aile Yılı’ ilan edilmesi çok olumlu ve doğru bir karardır. Umarız, bu kararın yansımaları ve pratikleri iyi niyetle ve sağlam adımlarla sonuç verir. Kararın üzerinden henüz birkaç saat geçmeden sözde kadın dernekleri harekete geçti. Çünkü aile kurumu ve Müslüman bir aile demek; bunların nefis prangalarının koparılması ve şehvet zincirlerinin parçalanmasıdır. Celladına âşık bu zavallılar, işin hakikatini görmekten yoksun oldukları için Batılı efendilerinin telkinleriyle bir çuval inciri berbat etme heveslisidirler. Bireyi kutsama, yalnızlaştırma ve sosyal hayattan koparma çabası bu yüzdendir.

Aile, toplumun temelidir. Ailenin maddi ve manevi olarak çökmesi veya çökertilmesi toplumun çökmesi ile eşdeğer olduğu gibi maddi ve manevi yönden güçlenmesi de toplumun güçlenmesi ile eşdeğerdir

Bunun için ne yapılması gerek, sorusuna şu iki ayet en güzel cevaptır:

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlık ve kudret) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Rum: 22)

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim: 6)

Ülkemizin en ciddi ve büyük meselelerinden biri olan ‘dil, kimlik ve aidiyet’ meselesi için yeniden bir çözüm arayışı var gibi. Var gibi diyoruz; çünkü endişeliyiz. Sürecin 12 yıl öncesinde olduğu gibi köyden çıkarken de köye dönerken de ağanın ağa, marabanın maraba kaldığı bir neticeye evirilmesi endişesi taşıyoruz. Yüz yılı aşan ve milyonları ilgilendiren ortak bir ‘inkâr, ötekileştirme, acı, keder, gözyaşı, ölüm, yıkım ve yakım’ gerçeğine rağmen görüşmelerin tek tarafa indirgenmesi karşısında üzülüyor ve irkiliyoruz. Oysa, bu sorunu ortaya çıkaran iki taraf -rejim ve PKK- soruna doğru ve hakkaniyetli bir çözüm getirebilir mi?  Sorunun asıl mağduru bölgenin Kürt ve Zaza halkları ve Müslüman ahalisidir. Doğal olarak sorunun çözümü için başta HÜDA PAR olmak üzere ilgili sağduyulu yaklaşımlarda sürece dâhil edilmeli ve çözüm önerileri önemsenmelidir.

Ümmet coğrafyasının ateş topuna döndüğü bir dönemde, Gazze’nin yok edilmeye vardığı bir noktada, Suriye’de belirsizliğin hala kendini hissettirdiği bir anda huzura ve kardeşliğe öncül olabilecek şu teklifler masaya dâhil edilmelidir:

Veda hutbesinin esas alındığı bir kardeşlik anlayışı ve yaklaşımı,

Şeyh Said, Said Nursi ve Seyyid Rıza başta olmak üzere kişi, isim, aile ve camia itibarlarının iadesi,

Tek kelimesiyle başlayan millet, dil ve kimlik söylemlerinin yerini kardeş halklar, diller ve kimliklere bırakması,

İlahi/vahiy temelli bir anayasanın tesisi,

Konuşmacısının yeterli olduğu tüm dillerde anadilde eğitim,

Aksi halde hala "laiklik, liberalizm, demokrasi ve çağdaşlık..." gibi yaldızlı ve sorunlu kelimelerin yeniden ardına sığınmakla süreç yeni bir çözümsüzlük sarmalında mahvolur gider.