• DOLAR 32.45
  • EURO 34.829
  • ALTIN 2438.673
  • ...

İbrahim, delikanlı idi.

İslam ülkelerini başta ülkesi (TÜRKİYE'Yİ) zalim ve zorba emperyalist vesayetten kurtarmak istiyordu.

Bir gün kritik bir seçim yaklaştı ve İbrahim ani bir hareketle bir karar aldı ve bu emperyalist vesayete karşı güç birliği çağrısı yaparak oyunlarını ters yüz etti.

Fakat emperyalizmin muhafızları tarafından fark edildi ve topyekûn karşı saldırıya geçildi.

Derhal zincirlere vurularak kralın huzuruna götürüldü.

Kral, İbrahim'e sordu:

-“Böyle bir teşebbüste bulunmanın, emperyalist vesayete karşı çıkmanın, yerli ve milli olanlarla hareket etmenin cezası ağırdır. Bunu hayatınla ödeyeceğini biliyor musun?”

İbrahim: “Evet biliyorum’

Kral : ‘O halde yaptıklarından pişman mısın?’

İbrahim : ‘Asla pişman değilim ve bağışlanmayı da dilemiyorum.” 

Kral: “O halde idam edileceksin” dedi.

İbrahim: Yalnız idamlık bir kişi olarak son arzumu bildireceğim:

-‘Malum ülkemizin 11 ilini kapsayan bir deprem oldu. Müsaade buyurursanız onların yardımına gideceğim 3 aylık bir süre istiyorum sizden. Onların ihtiyaçlarını karşılayıp dönerim. Bana üç ay izin ver. Ben dönene kadar arkadaşım rehin kalacak. Üçüncü ayın sonunda dönmezsem arkadaşımı benim yerime idam edebileceksiniz!..” der.

Zalim emperyalist kral, idamlık birisinin hangi sebeple olursa olsun özgürlüğüne kavuştuktan sonra bir daha kendi isteğiyle geri dönmeyeceğini düşünüyordu ve idamlık birinin böyle bir sözüne ve dönüşüne de inanmıyordu.

Yine de rehin kalacak genç arkadaşına sordu:

-“Arkadaşının (İbrahim in) ne dediğini duydun! Geri dönmezse onun yerine sen idam edileceksin! Bunu bile bile kabul ediyor ve  bu işe kefil olmaya razı oluyor musun?!”

İbrahim’in genç arkadaşı:

-“Evet, arkadaşımın yerine kalmayı, o dönmediği takdirde  de  onun yerine idam edilmeyi kabul ediyor ve razı oluyorum.!” der.

Bunun üzerine emperyalist kral, İbrahim'e üç ay izin verir.

İbrahim hemen ayrılarak deprem bölgesine koşar. Gece gündüz demeden depremzedelere yardım götürür. Onlara adeta can olur kan olur. Her ne kadar ayrılmak istemese de ama verdiği bir sözü var.

          Üç ay biter. İdam saati gelir ama İbrahim  görünürlerde yok!

Vakit iyice yaklaşmıştı.

Diğer taraftan hazırlıklar son bir kez daha gözden geçiriliyor, idam için kurulan darağacı son bir kez daha sabitleniyordu.

Emperyalist kral başta olmak üzere hiç kimse İbrahim’in döneceğine ihtimal vermiyordu.

Rehin kalan genç arkadaşına; ‘Sen saf ve zavallısın’ diyorlardı.

Arkadaşı ise onlar gibi düşünmüyordu. Mutlaka İbrahim’in başına bir iş gelmiş olmalı diye düşünüyordu.

Son günün akşamıydı.

Güneş tam batmak üzereydi.

İdam için bütün hazırlıklar tamamlanmış ve bütün halk şehir meydanında toplanmıştı.

İbrahim’in geleceğinden artık bütünüyle ümitler kesilmişti.

Kefil olan arkadaşı, onun yerine sehpaya götürülürken vakur ve istekliydi.

Arkadaşı İbrahim’i kurtarmak için idama yürüyordu. Çünkü burada da bir ‘kurtuluş’ vardı!

Tam o esnada uzaklardan İbrahim’in bağırma sesi duyuldu:

-“Bekleyin! Ben geldim.”

Herkes bir anda şaşırdı.

Hiç kimse olanlara ve gözlerine inanamadı.

İbrahim koşarak geldi.

Kan ter içinde idam sehpasının kurulduğu yere kendini ulaştırdı.

Arkadaşıyla kucaklaştı.

Bütün halk, arkadaşı uğruna canını feda edecek kadar samimi dostu ve arkadaşı İbrahim’i ve de birbirine bu denli bağlılık tablosunu seyrediyorlardı.

İbrahim arkadaşına şunları söylüyordu:

         -“Biliyorsun depremlerin yıkıcı etkisi çoktu, çok yağmur yağdı, sular taştı, yollar bozuldu, köprü diye bir şey kalmadı. Ben geçit vermez sularla tehlikeli boğuşmalar sonucu yolları nehirleri zor geçtim. Bunun için de geç kaldım. Kusura bakma!”

Dostu : ‘Keşke sen gelmeseydin veya yarım saat daha geç kalsaydın. Belki böylece dostumu ve arkadaşımı zalim emperyalist kralın idamından kurtarmış olacaktım.’ der.

İbrahim: ‘Nasıl yani?’

Dostu : ‘Arkadaşım-dostumun yerine idam edilerek’ diye cevap verir.

Bu iki dost, samimiyetleri ve vefakârlıkları ile orada bulunan bütün halkın gönlünde taht kurdular.

Halk ise bu samimiyeti görünce emperyalist krala ve avanesine karşı çıkarak bu iki samimi dostun derhal özgürlüklerine kavuşturulması noktasında ciddi baskılar kurdu.

Emperyalist kral ve avanesi baskılara fazla dayanamadan bu iki genci serbest bırakmak zorunda kaldı.

Zalim ve emperyalist kral ve muhafızları da bu iki insanın samimiyetlerine, fedakârlıklarına ve dostluklarına hayran kaldılar, kendi kendilerine:(Fakat hasutluklarından her türlü provokasyondan da geri durmadılar)

-‘Bu durum gerçek ise ve gördüklerimizde gözlerimiz bizi yanıltmıyorsa,  bizim hayatımız bu güne kadar hep BOŞ geçmiş demektir. 

Kendimize yeni bir yol yeni bir kapı bulmalıyız.” derler.

 

İbrahim ile arkadaşı ise,

Sonuçta idamdan kurtuldular.

Dağılıp yok olmaktan kurtuldular.  

Güçlü ve samimi gerçek dost oldular.

Gerçek dostluk ile güç kazandılar.

Gerçek düşmanlarını ve düşmanlıklarını ise yendiler.

Belki gerçek dostlar,  dostluklarıyla düşmanlarını da öldürmeden diriltirler.

Acaba bizim kırk yıllık dostlarımız nerede?

Sen gittiğin günden beri ah İbrahimim!

Ben yalnızım, kimsesizim, dostsuzum!..

Yüksek makamda bulunan devlet adamına sormuşlar:

-Gerçek dostlarınız kimler? diye

Adam şöyle cevap vermiş:

-‘Şimdi bilemem. (şimdi herkes dost gibi!) Ama sıkıntılı ve muhtaç olduğu zaman gerçek dostlarım belli olur!..’

İşte İbrahim işte gerçek dost.

Ve işte Hüda Par...