Lozan Antlaşması: Türk’ün hezimeti ve esareti mi, yoksa Türk’ün zaferi ve Türkiye’nin tapusu mu? -2
Önceki yazımızın sonunda, “mağlup taraf eğer imza attıktan hemen sonra bu antlaşmayı sorgulama ve bu antlaşmadan kaynaklı mağduriyetlerini ve değişik şekillerdeki kuşatılmışlığını yarmak yoluna gitmiyorsa, ya hala yenilginin travmasını atlatamamıştır ya da yöneticileri -isteyerek veya cebren- galiplerin yörüngesindedirler” demiştik.
Yine sorularla devam edelim:
- Barış görüşmeleri için neden İzmir veya doğrudan ulaşılabilecek bir yer değil de Lozan seçildi?
- Misak-ı Milli sınırları neden korunamadı?
- Saltanatın 1 Kasım 1922’de ve Hilafetin de 3 Mart 1924’te kaldırılmasının bu antlaşma ile bir ilgisi var mıdır?
- Lozan Görüşmeleri hala sürüyorken, Mustafa Kemal neden Birinci Millet Meclisini 15 Nisan 1923’te sonlandırdı?
- Mustafa Kemal neden TBMM’nin onayını almadan ve TBMM’ne rağmen TBMM adına sadece kendisi imzaladı?
- Veya şöyle soralım: Mustafa Kemal’in İkinci Büyük Millet Meclisi’ni oluşturacak vekilleri bizzat seçmesinin ve sonrasında millete seçtirmesinin demokratik mi veya diktatörlük mü olduğu bir yana, bu Meclis bile neden Lozan Antlaşmasını imzalamadı?
Lozan’a giden süreci doğru okuyanlar, bu soruların cevaplarını da bulabilirler…
Öncesinde de çeşitli temaslar olmuş olabilir, ama barış görüşmeleri, Türk ordusunun 9 Eylül'de İngiliz destekli Yunanlıları yenip İzmir’i işgalden kurtarmasından ve akabinde 12 Ekim'de Mudanya Ateşkes Antlaşması'nın imzalanmasından sonra başlamıştır.
Büyük Millet Meclisi, kendi heyeti ile doğrudan bir iletişim olması için İzmir'i önerirken, İngiltere, İsviçre'nin Lozan kentinde diretir ve kabul ettirir.
İngilizler böylece hem Türk Heyetinin TBMM ile doğrudan iletişimini keserler ve hem de Türk Heyeti ile TBMM arasındaki telgraf yazışmalarını ele geçirip okurlar. Çünkü iletişimde kullandıkları hat İngilizlerindir!
20 Kasım 1922’de başlayan görüşmeler, zaman zaman kesintiye de uğrar. Çünkü Lozan Antlaşması, Misak-ı Milli sınırlarının korunamaması ve Türkler aleyhine ağır maddeler içermesi nedeniyle o kadar onur kırıcıdır ki, İsmet İnönü, hükümetten bu antlaşmayı imzalama yetkisi alamaz! Bunun üzerine İnönü, Mustafa Kemal’e başvurur. Mustafa Kemal’in de TBMM başkanı ve başkumandan sıfatıyla İnönü’ye yetki vermesinden sonra 24 Temmuz'da Lozan Antlaşması imzalanır.
O zamanlar Mustafa Kemal ve cenahının ve sonrasında ise onların izinden gidenlerin bu antlaşmaya adeta bir kutsallık atfetmelerinin nedeni, kendi inançlarını istedikleri gibi yaşamanın yanı sıra Müslümanlara tahakküm etme gücünü elde etmeleri, kendi inançlarını Müslümanlara dayatmaları ve dışarıdaki hamilerinden de güç alarak sultalarını sürdürebilmeleridir.
Sonuç olarak, Lozan Antlaşması, tabii ki, uluslararası bir antlaşma belgesidir. Ancak bazı tarihçilerin iddia ettiklerinin aksine bir bağımsızlık belgesi değildir!
Özellikle müstemleke kafalılar anlasınlar diye şunu da söylemeden geçemeyeceğiz: 28 Haziran 1919 tarihli Versay Antlaşması Almanya için ne kadar onur kırıcı veya gurur verici ise, Lozan antlaşması da Türkiye için o kadar onur kırıcı veya gurur vericidir!
Dolayısıyla onlar Resmi Tarih kitaplarını da bütün bu gerçekleri örten bir içerikle yazadursunlar, gerçek olan şu ki, o gün olduğu gibi bugün de Lozan Antlaşmasının iki tarafı vardır. Bir tarafta savaşın galipleri ve o galiplerle kendi çıkarları ve ikballeri örtüşen Türk ve Türk olmayan unsurlar ve diğer tarafta, milyonlarca şehit ve gazinin kanı ile kazandıkları savaş Lozan’da kurulan masada kendilerine kaybettirilen Türkler!
Buna rağmen eğer bugün başta TBMM olmak üzere Türkiye olarak bu onur kırıcı antlaşmayı hala sorgulayamıyorsak, ya hala yenilginin travmasını atlatamamışız ya da millet olarak, hükümet olarak ve devlet olarak isteyerek veya cebren -kısmen de olsa- hala galiplerin yörüngesindeyiz…