Boşanma, İslam’da “Allah’ın en sevmediği helallerden biri”dir. Bu ifade, boşanmanın ne kadar ağır ve son çare olarak görülmesi gerektiğini açıkça ortaya koyar. Ancak son yıllarda boşanma oranlarının hızla artması, meselenin sadece bireysel değil; toplumsal, kültürel ve ahlaki boyutlarıyla da ele alınması gerektiğini gösteriyor. Çünkü bugün boşanma, sadece iki kişinin yollarını ayırması değil; ailelerin, beklentilerin, dayatmaların ve en çok da çocukların dâhil olduğu karmaşık bir sürece dönüşmüş durumda.
Evlenmek, yuva kurmak; sorumluluk almak, fedakârlık yapmak ve birlikte hayatı sürdürmeyi göze almak demektir. Ne var ki birçok evlilikte taraflar, bu sorumluluğun ağırlığını taşıyamıyor. Empati eksikliği, iletişimsizlik, tahammülsüzlük ve “ben” merkezli bir anlayış, zamanla anlaşmazlıkları kaçınılmaz hale getiriyor. Tartışmalar büyüyor, kırgınlıklar derinleşiyor ve sonunda boşanma kararı gündeme geliyor. Ancak sanıldığı gibi boşanma kararı alındığında sorunlar bitmiyor; aksine çoğu zaman asıl sorunlar o noktadan sonra başlıyor.
Çünkü bu aşamada devreye aileler giriyor. Anne-babalar, akrabalar, yakın çevre… Herkesin söyleyecek bir sözü, dayatacak bir beklentisi oluyor. Oysa evlilik iki kişi arasında kurulmuş bir bağken, boşanma sürecinde bu bağ adeta bir toplumsal çekişmeye dönüşüyor. Aileler, çoğu zaman genç çiftlerin ne yaşadığını anlamaya çalışmak yerine, kendi doğrularını ve isteklerini taraflara zorla kabul ettirmeye çalışıyor.
Daha da vahimi, bu beklentilerin çoğu tarafların imkânlarını ve sınırlarını fazlasıyla aşıyor. Maddi gücü olmayan talepler, duygusal olarak kaldırılamayacak baskılar ve gerçeklikten kopuk beklentiler… Adeta “imkânsızı başar” deniliyor. Peki, böyle bir zihniyet, böyle bir anlayış kabul edilebilir mi? Bir evliliği kurtarmak adına yapılan bu baskılar, çoğu zaman evliliği kurtarmak yerine daha da yıpratıyor.
Elbette boşanma kolay alınacak bir karar değildir. Gönül ister ki her evlilik sevgiyle, sabırla ve anlayışla devam etsin. Ancak aile bireyleri arasında yapacak başka bir şey kalmamışsa, tüm yollar denenmiş ve yine de huzur sağlanamıyorsa, bazen ayrılık kaçınılmaz olur. Bu noktada “Allah’ın sevmediği bir helal” ifadesini, insanları ömür boyu mutsuzluğa mahkûm etmek için bir baskı aracına dönüştürmek büyük bir haksızlıktır.
İşin içine çocuklar girdiğinde ise tablo daha da ağırlaşıyor. Ne yazık ki bazı durumlarda çocuklar, anne-babalar ya da aileler tarafından bir çıkar ve menfaat aracı olarak kullanılıyor. Nafaka, velayet, intikam ya da karşı tarafı cezalandırma hırsı… Çocuklar, bu kirli hesapların ortasında kalıyor. Oysa çocukları kendi çıkarları için kullanmak, hangi gerekçeyle olursa olsun, ahlak dışı bir davranıştır. En büyük zararı da yine o masum çocuklar görür.
Çocuklar, anne ve babalarının çatışmalarının tarafı olmak zorunda değildir. Onlar, sevgiye, güvene ve huzura ihtiyaç duyar. Boşanma kaçınılmaz olsa bile, çocukların ruh sağlığını korumak her şeyin önünde gelmelidir. Ailelerin ve ebeveynlerin bu noktada vicdanlarını devreye sokmaları gerekir.
Anlaşamayan bireylerin kendi kararlarını kendilerinin vermesine izin verilmelidir. Zorlamanın, baskının ve dayatmanın kimseye faydası yoktur. Ne evlilik zorla yürür ne de boşanma zorla engellenir. Gerçek çözüm; anlayışta, empati kurabilmekte ve sınırları bilmektedir. Belki de bugün en çok ihtiyacımız olan şey, başkalarının hayatı üzerinden hüküm vermek yerine, susmayı ve saygı duymayı öğrenmektir.