• DOLAR 34.636
  • EURO 36.544
  • ALTIN 2929.442
  • ...

“Holocaust Endüstrisi” deyimini, Norman Finkelstein 2000 yılında kullanmıştı. Sayın Mücahit Bilici de geçenlerde, “Kürt Sorunu Endüstrisi” deyimini kullandı. Her ikisi de yapılagelen bir istismara verilen ad ve o istismarlara birer isyandır.

Finkelstein, aynı adı taşıyan kitabında, Yahudi şahsiyetlerin ve Yahudi dernek, vakıf ve partilerin, Hitler tarafından soykırıma uğratılan milyonlarca soydaşlarını nasıl istismar ettiklerini ve onların yaşadıkları vahşetler üzerinden ne paralar vurduklarını anlatır. Finkelstein’in bu cesur eleştirileri, özelde Yahudi ve genelde de dünya kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmıştı. Bunu aynı zamanda cesaret olarak da tanımlamamızın nedeni, kendisinin ve bu kitabının antisemitizm olarak görülüp linç edilme tehlikesinin olması idi. Çünkü soydaşlarının ve dahi dindaşlarının acılarını kendileri için servete dönüştürenlerin yapmayacakları bir kötülük yoktur.

Fakat hemen belirtelim ki, Holocaust’un istismarı ile Kürtlerin istismarı arasında büyük bir fark vardır. Çünkü Holocaust’u istismar eden Yahudiler, kendi soydaşlarının duygularını istismarla ve soykırımda dahli olan ülkelerin de ödedikleri milyarların en azından bir kısmını gasp ediyorlar. Buna karşılık, Kürt endüstrisi oluşturanların zararı Kürtlere oluyor.

Özellikle şiddet ve terör eylemlerine başvuran Kürt gruplarından bir tane bile gösteremezsiniz ki, Kürtlerin kanında eli olmasın.

Bu grupların başında da 1975’te Irak’ta kurulan ve Celal Talabani’nin de kurucuları arasında yer aldığı, sonrasında ise ölünceye kadar genel sekreteri olduğu Kürdistan Yurtseverler Birliği partisi ile Abdullah Öcalan’ın Türkiye’de 1978’de kurduğu Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gelmektedir. Her ikisi de kendilerini Sosyalist ve Marksist-Leninist olarak tanımlar. Kuruluş amaçları da bu ilkelere dayalı bir Kürdistan kurmak idi. Dikkat edilirse, Talabani ve Öcalan’ın, ezici çoğunluğu Müslüman olan Kürtleri sosyalizm yönünde dönüştürme düşünceleri ve mücadeleleri ile Mustafa Kemal’in ezici çoğunluğu Müslüman olan Türkleri laiklik yönünde dönüştürme düşüncesi ve mücadelesi birbiriyle örtüşmektedir. Bu uğurda öldürdükleri masum insanların sayısı yüz binlerle ifade edilmektedir.

Ancak görebildiğimiz kadarıyla Türkiye’nin yeni devlet aklı eskinin katı ve kanlı inkâr politikalarını bırakıyor. Örneğin, Erdoğan’ın geçen 20 yıl içinde, “inkâr politikalarına son verdiklerini” söylemesi ve TRT Kurdi’den seçmeli Kürtçeye kadar bazı adımlar atmış olması da bunun göstergesidir. Ama bunun gibi olumlu bir değişimi KYB ve PKK gibi yapılarda göremiyoruz. Bu yapıların en büyük besin kaynakları hala Kürtlerin sorunları ve Kürtlerin mağduriyetleridir. Kürtlerin mağduriyetlerini sona erdirmek iddiasında olan bu yapıların diğer bir özellikleri de Kürtlerin mağduriyetlerini daha bir arttırmış olmalarıdır.

Bizce Kürtler açısından son yılların ve hatta belki de Cumhuriyet tarihinin en önemli gelişmesi, artık soru sorabiliyor olmalarıdır. Çünkü sorabilmek, var olduğunun farkına varmaktır. Bir de Kürtlerin bu sorularına doğru cevaplar bulduklarını ve bu cevapların da gereğini yaptıklarını düşününüz.

İşte bu yapıların korkulu rüyası ve sonlarının başlangıcı da bu sorulardır.

Özellikle PKK-HDP’yi Kürt haklarının koruyucusu ve savunucusu olarak gören ve bunun için de hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen Kürtler, PKK-HDP’nin önceliğinin tıpkı CHP gibi Kürtleri kendi inançlarından koparmak olduğunu görebiliyorlar. Örneğin, Kürtleri kurtarmak iddiasında olan PKK’nın öldürdüğü ve öldürülmelerine neden olduğu Kürtlerin sayısının rejimin öldürdüğü Kürtlerin sayısından fazla olduğunu biliyorlar. Örneğin, PKK-HDP için bir Kürt’ü kendi inancından koparmanın bütün Kürtlerin sorunlarını çözmekten daha önce geldiğini biliyorlar. Örneğin, PKK-HDP için bir Kürt gencini ifsat yoluyla eşcinsel bir hayata mahkûm etmenin bütün Kürt gençlerinin sorunlarını çözmekten daha önemli olduğunu biliyorlar. Örneğin, PKK-HDP’nin her seçim sonrasında Kürtlerin iradesini çöpe attıklarını ve Kürtlerin sorunlarının çözümüne yönelik çabaları akamete uğrattıklarını da biliyorlar.

Örneğin, PKK-HDP’nin bugünkü halleriyle tam da bir Kürt endüstrisi oluşturduklarını, Kürtlerin mağduriyetlerinden, canından, malından ve ümitlerinden beslendiklerini biliyorlar. Hele hele şiddeti bir yol ve yöntem olarak bilmekle kalmıyorlar, nedenlerini soruyorlar ve sorguluyorlar.

Bundan böyle artık bu soruların doğru cevaplarını bulmak ve gereğini yapmak vardır.

Sözün burasında Kürt endüstrisi üzerinde sulta kuranlara ve Kürtlerin sorunlarından beslenenlere de bir çağrımız ve bir çift sözümüz olacaktır.

PKK’ye çağrımız, artık Kürtlerin kanından elini çekmesi ve kayıtsız şartsız silah bırakmasıdır. HDP’ye çağrımız ise, Kürtlerin inancıyla ve değerleriyle savaşmayı ve Kürtleri ifsat etmeyi bırakması, inancı, düşüncesi ve hedefi her ne ise, bunları şiddete başvurmadan yapması ve icraatlarıyla toplumsal barışa katkıda bulunmasıdır.

İnanıyoruz ki, Kürtler de artık bundan böyle mağduriyetlerini istismar eden ve hem bugünlerini ve hem de geleceklerini rehin alan bu yapılara hak ettikleri cevapları vereceklerdir.