İki teşekkür ve iki çağrı
İlk teşekkürümüz İstanbul Üniversitesi’nedir. Çünkü “İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı, “Gazeteden Tarihe Bakış Projesi” kapsamında 1928-1942 yılları arasında yayınlanmış 55 ayrı başlıktaki yerel ve ulusal gazeteye ait arşivini erişime açtı.” İkinci teşekkürümüz ise, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığınadır. Çünkü Osmanlı Arşivini erişime açtı.
Her ikisi de gerçekten takdire şayan hizmetlerdir. Erişime açılan belgelere ulaşmak için illa da akademisyen, araştırmacı vs. olmak gerekmiyor. İstanbul Üniversitesi’nin milletin erişimine arz ettiği gazeteleri okumak için kayıt bile gerekmiyor. Sayfayı da verelim. http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/
Bu adrese giriniz ve 1928-1942 yılları arasındaki gazeteleri okuyunuz. Çok zahmet gerektiren ve çok zaman alan bu çalışmada emeği geçen herkesi İstanbul Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Mahmut Ak’ın şahsında tebrik ediyor ve benzer hizmetlerinin devamını dört gözle bekliyoruz.
Malumunuz, önceleri arşivler Başbakanlığa bağlı idi. Ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilince, bu kurumun da adı değişti. Ve Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Arşivleri de Cumhurbaşkanlığına bağlanarak, Devlet Arşivleri adını aldılar. Devlet Arşivlerinin internet adresi şöyledir: http://www.devletarsivleri.gov.tr/Sayfalar/AnaSayfa
Arşivlerden yararlanmak için de akademisyen veya araştırmacı vs. olmak gibi bir şart yoktur. Sadece kimlik bilgileri ile kayıt yapıp şifre almak gerekiyor. Bunda da emeği geçenlerin hepsine Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında teşekkürlerimizi arz ediyoruz.
Arşivlerin, kütüphanelerin ve gazetelerin erişime açılmalarının o kadar büyük faydaları var ki… En büyük faydası, zaman kazandırmasıdır. Saatlerinizi ve eğer o şehirde yaşamıyorsanız, günlerinizi vermeniz gerekmiyor o arşivlerdeki veya kütüphanelerdeki eserlerden yararlanmanız için. Diğer büyük faydası da bunların herkese açık olması ve bu hizmetin deyim yerindeyse, herkesin masasına konulmasıdır.
Üniversitelerin ve Cumhurbaşkanlığının bu bağlamda ivedilikle ifa etmeleri gereken bir hizmetleri daha vardır. İşte sözünü ettiğimiz iki çağrı da bunun içindir.
Cumhurbaşkanlığına ve-veya TBMM’ne çağrımız, TBMM’nin kuruluşundan başlayarak “devlet sırrı” içermeyen yazılı kayıtları kamuoyu ile paylaşmalarıdır.
Üniversitelere çağrımız ise, 1928 yılından önceki en az Birinci Dünya Savaşı’ndan başlatarak 1928’e kadar ve 1942’den sonraki gazeteleri de en az 1980’lere kadar internet üzerinden erişime kazandırmalarıdır.
İstanbul Üniversitesi’nin bu güzide çalışması aklımıza bazı soruları da getirmedi değil. Örneğin, neden 1920’den değil de 1928’den başlattıklarıdır. Mümkünse Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren, değilse en azından TBMM’nin kuruluşundan itibaren bütün gazeteleri ve dergileri tarayarak arz etmeleridir.
Bu hizmetler bizim tarihe bakışımızı, tarihe yaklaşım ve onu okuma tarzımızı daha sağlıklı bir zemine oturtacağı gibi, tarihimizle yüzleşmemize de katkısı olur.
Ne yazık ki, Türkiye ortalamasının tarihimize yaklaşımı övgü ile sövgü arasında sıkışıp kalmıştır. Tarihimizle hala yüzleşemeyişimizin ve hatta tarihimizle yüzleşmekten korkmamızın nedeni siyasetten çok üniversitelerdir. Çünkü vesayeti aşamadılar. Gerçi vesayeti aşmak için bir çabaları da olmadı ve bugün de hala öyledir. Ama yine de er veya geç bu işi omuzlayacak ve üstesinden gelecek olan da üniversitelerdir.
Lakin bir noktada uzlaşmalıyız; tarih ile yüzleşmek ve tarih ile hesaplaşmak, birilerinin yaptıkları gibi, tarihteki olayları ve aktörleri bir öç almanın ve düşmanlık beslemenin aracına dönüştürmek değildir. Tarih ile yüzleşmek ve hesaplaşmak, öncelikle tarihimizi doğru öğrenmek ve olup bitenlerden ders almaktır. Her olayı ayrıntılarıyla öğrenmemiz mümkün olmayabilir. Ama yazılı kaynakları gün yüzüne çıkardıkça, bizce karanlıkta olan olayları da aydınlatma imkânımız olur. Hem böylece kimlerin masum ve kimlerin zorba, katil ve müfsit olduklarını da öğrenebiliriz. Ama tekrar edelim, bunları yeni kötülüklerin aracına dönüştürmek için değil. Tarihteki olayların gün ışığına çıkmasından korkanların kimler olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek yoktur.
Tarihimizi ayağımıza ve dahi dimağımıza vurulan bir pranga olmaktan kurtaralım. Okuyalım. Yüzleşelim. Ve belgelerle tartışalım.