• DOLAR 35.435
  • EURO 36.484
  • ALTIN 3046.43
  • ...

Hatırlanacağı üzere 28 Şubat sürecinde devlet televizyonunda “Allah” lafzını kullanmak bile yasaklanmıştı.

O dönemlerde ekranlarda dine ve dindarlara ait herhangi bir işaret, simge veya  başörtülü, sakallı dindar insan profili görmek imkansızdı.

Gerçi “görsek ne olacaktı ki?” diyenler olabilir haklı olarak. Zira yıllarca izletilen Yeşilçam filmlerindeki dindar insan profilleri ve yer aldıkları sahneler ortadaydı. Çoğu pek iç açıcı türden değildi.

Yani televizyonlarda şöyle düzgün, mütedeyyin insan profili görmenin imkânsız olduğunu, kanıksayan bir toplum haline gelmiştik.

Ama son yıllarda, mütedeyyin olmasa da “muhafazakar modern” profiller yer almaya başladı TV ekranlarında. Birileri lütfetmişti adeta, bir iki kıytırık rol bile ne kadar özgürleştiğimizi gösteriyordu!

Sonraları cesaret eden(!) bazı yapımcıların gayretiyle, başörtülü doktorlar, avukatlar, öğretmenler vb. profiller de görmeye başladık ekranlarda.

Yaşasın!!!

Birileri artık dindarların da var olduğunu, yaşadığını, hayatın her alanında yer alabileceklerini kabul etmişti.

Çünkü buralara kolay gelinmemişti. “Türbanlılar bu ülkede ancak hademe olabilir” şeklinde ahkam kesen siyasilerin söylemleri ve buna paralel icraatlarından dolayı, hep bastırılmıştı dindar kesim.

Gerçi köprünün altından çok sular aktı ve bastırılmış duygular, komplekslere, kompleksler de nasıl bir anafora dönüştüyse, başımıza meteor misali “özgüven” patlaması yaşayan muhafazakar modern insan modelleri düşmeye başladı. Kendimizi çok enteresan bir metaforun içinde bulduk.

Fakat her ne olursa olsun birileri TV ekranlarında Müslüman mahallesinden kimseyi  görmek istemedi. Bu profilleri suç ve suçluyla kodladılar zihinlere. Arkadaki planlarını devreye sokarak, “Arka Sokaklar”da kapışmayı tercih ettiler bu şekilde.

Ancak bu güruh algı ve manipülasyon oyunları oynasa da safını belli ediyordu.

Ama, aynı tornadan çıkmış kızıl diziler öyle mi!?

Onlar başka..

Onlar bırakın muhafazakâr, mütedeyyin profiller kurgulayıp oynatmayı, bilakis bu yapımlar üzerinden bizzat dindar kesimleri konsolide edecek bir strateji yürüttüler. Yapımda, senaryoda, özenle dizayn ettikleri sahne, kostüm, replik ve mimiklerle.

Özellikle kızıl dizilerden henüz gonca olan..

Daha çok açacak belli ki, kızıl kızıl...

Dizi için özel karakterler kurgulanmış, hem de çok ustaca..

Bu karakterler önce topluma sevdirildi, sonra idealize edildi. Nihayetinde kurgulanmış bu karakterler, toplum üzerinde etki gösterecek birer rol model haline geldiler..

Medya marifetiyle bu karakterler üzerinden insanları değiştirip, dönüştürmenin ne kadar etkili olacağını da çok iyi biliyorlar. Hem zaten dizilerini, öyle çok ülkeye ihraç etmişler ki, ne kadar usta bir pazarlama dehasına sahip olduklarını buradan da anlayabiliriz.

Bu  pazarlama dehasına şapka çıkaranlar elbet vardır. Fakat kel görünmesin diye bunu aşikâr etmezler.

Ama bu deha(!), kızıl ateşlerde başörtüsü yakmaya başladı bile..

Hem de hep bildik ve artık bayan sloganlarla...

Eşitlik, özgürlük, adalet” bla bla...

“Yaşasın kadınların devrimci mücadeleleri, kahrolsun erkek hegemonyası...”

Zaten nerede bir başörtüsü ve çarşaf yakma hikayesi varsa, hikâyenin hülâsası böyledir.

İnsan şunu anlayamıyor.

Bir kadın zulme, haksızlığa,  hukuksuzluğa karşı direnecekse bunun faturasını niye tesettürüne kesiyor.

Babaya, anneye öfkelen, tesettürünü çıkar!

Kocaya, hocaya öfkelen, tesettürünü çıkar!

Bu hakikati bir kere daha anlıyoruz ki, tesettür hür bir iradeyle fiiliyata geçirilecek bir ameldir.

Tesettür ile kurulan bağ ve tesettürü emreden Yüce Allah (c.c) ile kurulan bağ ne kadar sağlıklı ve sağlamsa bu bağ o kadar kuvvetli oluyor.

Diğer türlü, zayıf ve güçsüz bir bağ.

Dolayısıyla da aşınması, zayıflaması ve kopması an meselesi oluyor.

Bir kitap, bir dizi, bir arkadaş yetiyor bu bağı koparmaya..