• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

 Tam yüz yıldır konuşulan bir mesele. Lozan antlaşması 24 Temmuz 1923’ten beri hep tartışılıyor. Bu tartışma daha çok “Lozan kazandırdı mı?  Kaybettirdi mi?” tartışmasıdır.  Sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Lozan asla bir zafer değil bir hezimettir. Bugünlerde daha çok hissettiğimiz sosyal ve siyasal kutuplaşmanın temel noktası 1923 Meclisinde Lozan’la başladı desek yerindedir.  Zira o dönemde Lozan görüşmeleri devam ederken Mecliste çok büyük tartışmalar yaşandı.  Hatta vekillerin bazıları isyan bayrağını çekmiş ve bu anlaşmanın olmaması için gurup oluşturmuşlardı. Buna karşılık ipi elinde bulunduranlar  “vatana ihanet” (İhanet-i Vataniye)kanunu çıkararak buna karşı çıkanları ihanetle suçladılar. Lozan anlaşmasına karşı çıkanlar hain ilan edilmişti. Aynı şekilde Lozan antlaşmasına karşı çıkanların başını çeken ve sert muhalefet gösteren Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey hain bir suikastla katledilmişti.  Bu iki hadiseden sonra Lozan’ı tartışmak suç görüldü. Tehdit ve baskı nedeniyle Lozan yüz yıldır aklıselim bir şekilde tartışılmadı. Ve yıllarca resmi kurumlarda,  eğitim yuvalarında ve ekranlarda Lozan’ın zafer olduğu bize anlatıldı.

 Peki, Lozan sürecine nasıl gelindi? Aslında 1923 Lozan süreci başlamadan önce ecnebi devletler Osmanlının zayıflamasıyla bu toprakları kendi aralarında paylaşmada anlaşmışlardı. Fransa, İngiltere ve Rusya arasında 1916 yılında Sykes-Picot Antlaşması ve Balfour deklarasyonu ile Osmanlı toprakları gizlice paylaşılmıştı. Şimdi de bu antlaşmaları resmiyete dökmek istiyorlardı.  Bunu resmiyete dökmek için 11 Mayıs 1920’de Sevr Antlaşması imzalandı ve Osmanlı devletine dayatıldı.  Bu antlaşmayla Anadolu merkezinde küçük bir devlet dışında tüm Osmanlının toprakları elinden alınıyordu. Osmanlı hükümeti “Sevri” imzalamak zorunda kalmış ama bu karar Mecliste onaylanmamıştı. Çünkü o dönemde İstanbul Meclisi kapanmış ve bu karar Ankara’da onaylanmaya sunulduğu için ret edilmişti.  O esnada şer müttefikleri Osmanlı topraklarını paylaşımda anlaşmadığı için Sevr antlaşması askıda kaldı.

 Ancak ecnebi devletler emellerinden vazgeçmemiş ve yeni bir anlaşma için Ankara hükümetini zorluyordu.  Yani Sevr ile yarım kalan antlaşma, Lozan ile tamamlanacaktı. Lozan antlaşması da Sevr gibi zilletin ve mağlubiyetin adı olacaktı. Kocaman Osmanlıdan kalan bir avuç topraktan da ödün veriliyordu. Halep’i, Musul’u, Selanik’i, Ege Adalarını ve daha birçok yeri de bu antlaşmayla teslim ettiler…

Toprak teslimiyle birlikte Lozan antlaşmanın siyasal baskısı çok daha acıdır.  Zira ecnebi devletler sadece Anadolu’da kurulacak yeni bir devleti denetim altında tutacak bir antlaşma imzalamıyordu.  Lozan antlaşması, ecnebi devletlerin Türkiye’nin siyasi sistemi üzerindeki vesayetini tescilleyen bir anlaşmadır. İsmet İnönü öncülüğünde gerçekleşen bu anlaşmada şimdiye kadar Türkiye’nin hem iç, hem de dış siyasal duruşunu derinden etkilemiştir. Hatta İslam dünyasıyla irtibatını kesen bir antlaşmadır.  Müslüman dünyayla bağları koparılmıştır. İçerde ise halkın İslam’la bağı koparılmıştır. Çünkü bu anlaşmayla Türkiye, laik-ulus bir devlet formatına bürümüştür.  Diğer taraftan milliyetçilikle iç dinamiklerde halkın arasında fay hatları oluşturmuştur. Örneğin; Lozan öncesi Türkiye’nin aslı kurucusu olan Kürtler ve Türkler ayrıştırılmış ve Kürtler paydaşlık dışında bırakılmıştır. Bu problemde hala Türkiye’nin en büyük problemi olarak ortada duruyor.

  Sonuç olarak; Lozan antlaşması ülkemizin sınırlarını daraltmakla kalmadı. Gönül birlikteliğimize ve fikir ufkumuza da neşter çekti. Bir esaret antlaşmasıydı ama yıllarca zafer anıtlaşması olarak bize gösterilerek esarete rıza gösterildi. Ve şu an silkelenen halk soruyor. Bu antlaşmada neler var? Neden halktan gizli tutuyorsunuz?  Eğer bu antlaşma bu ülkenin kuruluş antlaşmasıysa neden yıllarca anahtarı olamayan kasalarda saklanıldı? 100 yıl geçmesine rağmen içeriğinin kamuoyuna açıklanmaması çok manidar değil mi? Bu antlaşmanın yüzüncü yılında söz konusu metinleri açıklama zamanı gelmedi mi? Türkiye siyasetine ve ufkuna getirdiği kısıtlamayı tartışma zamanı gelmedi mi?