Hayat, bize emanet edilen kısa bir yolculuk… Her nefes, bizi ölüme biraz daha yaklaştırıyor. Fakat ölüm, aslında son değil; ebediyetin kapısıdır. Dünya dediğimiz bu han, geçici bir konaklama yeridir. Asıl yurdumuz, Rabbimizin huzurudur. İşte tam da bu noktada şu söz, yüreklere kazınması gereken bir hakikati haykırıyor:

“Madem ölüm tek bir defa gelecek, o da neden Allah için olmasın?”

Ölüm, kaçınılmaz bir hakikattir bizim için.

Dolayısıyla ne mal ne makam ne şöhret ne de en çok sevdiklerimiz, bizi ondan kurtaramaz. Fakat bizler, bu kaçınılmaz gerçeği anlamlı kılabiliriz. Madem bir gün bu dünyadan ayrılacağız, neden bu ayrılış, bir vuslata dönüşmesin Allah’ın rızası için olmasın? Neden canımızı, O’nun yolunda; adalet, merhamet ve hakikat uğrunda teslim etmeyelim?

Şöyle bir tarihe dönüp baktığımızda Uhud’da şehit düşen Mus‘ab bin Umeyr, bedenini örtecek kefen bulunamadığında bile yüzünde huzur vardı. Kerbela’da susuzluğa sabreden Hz. Hüseyin’in şehadeti, zulme karşı ebedi bir direnişin sembolü oldu. Nice sahabe ve erenler, ölümü Allah için göze aldılar ve isimleri bugün hâlâ rahmet ve minnetle anılıyor. Onların ölümünde bile bir hayat vardı; onların şehadeti, bizlere iman ve direnişin en canlı dersini bırakmıştır.

O hâlde bizler de soralım kendimize: Ölüm bizi ansızın bulduğunda hangi hâl üzere olacağız? Rabbimizin huzuruna dünya sevdasına dalmış, gaflet içinde mi çıkacağız; yoksa “Ya Rabbi, ömrümü Sen’in için yaşadım, canımı da Sen’in yoluna teslim ettim” diyebilecek miyiz?

Bugün ömrümüzü tüketen küçük hesaplar, boş uğraşlar, dünya hırsları; ölüm anında hiçbir anlam taşımayacak. Oysa Allah için yaşanan bir gün, bin ömürden daha değerlidir. Allah için dökülen bir damla gözyaşı, ter ve gerektiğinde akıtılan kan, nice günahlara kefaret olur. Allah için verilen bir emek, hem dünyada huzur hem ahirette kurtuluş vesilesidir.

Ey gönül ehli! Ölüm tek bir defa gelecek. Ne erken ne geç, tam vaktinde. Gelin, o tek fırsatı israf etmeyelim. Ölümümüzü de hayatımız gibi Allah’a adayalım. Canımızı Hakk’a, kalbimizi tevhide, ömrümüzü Allah’ın davasına hizmete verelim ki, kurtuluşa erelim.

Unutmayalım: “Allah için yaşanan bir hayat, Allah için gerçekleşen bir ölümle taçlanır.”

Zira öyle buyuruyor Efendimiz (sav)

“Sizler nasıl yaşarsanız öyle ölür, nasıl ölürseniz öyle de haşr olunursunuz”

Öyleyse yaşantımıza çok dikkat etmeliyiz. Zira ne kadar güzel yaşarsak, o kadar güzel ölürüz.

Güzel yaşam derken, dünya ve dünyalıklarla dolu, konforlu bir yaşamı kast etmiyorum.

Aksine, hayatının tamamına Allah için yaşamın izlerinden bahsediyorum. Yani sevdanı ve davanı, hayatının tamamına nakış nakış işleyeceksin ki, hayatın da ölümün de Allah için olsun.

“De ki benim namazım, hayatım, ibadetlerim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” En’am 162)

Ve böyle bir ölüm, aslında ebedi bir diriliştir.

Rabbim bizleri de bu taifeden eylesin inşallah.

Selam ve dua ile.