Genelde yerkürenin her tarafında özelde Filistin/Gazze’de bir insanlık krizi yaşanıyor. İdareciler ve halklar bırakın krize çözüm üretmeyi, krizin aşılması için adımlar atmayı, krizi daha da derinleştiren bir tutum sergiliyorlar. Maalesef Müslüman idareciler ve halkların çoğu bu kriz ve soykırımın büyümesinde önemli bir etken olarak duruyorlar. İşin tuhaf yönü; kriz, işgal, yoksunluk, ihmal ve katliamların çoğunun merkez üssü Müslüman coğrafya…
Filistin/Gazze’de günler, haftalar, aylar ve yılları bırakalım neredeyse yüzyılı aşacak bir işgal ve soykırım var; ama insanlık ve ümmet olarak buna seyirci oluşumuz çok da izah gerektirmeyecek bir açıklık ve netliktedir. Bu sessizlik, bilinçli ve planlı bir programın önemli bir parçasıdır. Çünkü karanlık el ve emeller dört ayrı 1’in çarpma ve toplama etkisinin 4’ten fazla etmediğini/etmeyeceğini biliyorlar.
Ses çıkaran, yan yana duran, sırt sırta veren ve kardeşlik vaziyeti alan dört 1’in ise 1111 kuvvetinde olduğunu da pekala biliyorlar. Bu sebeple sessiz çoğunluk onların hesabına gelen şeytani planlarının yürümesinde önemli bir ayak olarak duruyor:
Vahşet, zulüm ve soykırımın sessizleri olmamak için ağlıyor, paylaşım yapıyor, çığlık atıyoruz; ama dünya her gün gibi dönüyor, değişen bir şey yok! Yas tutmanın, çığlık atmanın artık yersiz olduğu bir yerlerden kulağımıza fısıldanıyor.
Charlie Hebdo ve Ukrayna gibi bazı hayatlar ve ülkeler için yas tutma ve itiraz etme kutsanıyor. Burada şu amaçlanıyor:
Mağdurlar ve şahitleri insandışılaştırmak.
Kıymetimizin olmadığı algısı oluşturmak.
İdarecileri de bu korku ve hiçlik paranoyasına kılıf yapmak…
Ülkeler, idareciler ve uluslararası hukuk… kaale alınmaz; çünkü güçleri, etkileri ve sesleri izzet ve cesaretten yoksundur. Bunu sana onların tebelleş ve yalaka tavırları içinde zoomlayıp dururlar. Bize adaletin olmadığı, hukukun rafa kalktığı ve kimsenin yardım için kılını kıpırdatmadığı yalanını gerçeğe dönüştürerek kabul ettirmeye her yönden girişirler.
Öğrenilmiş çaresizlik içinde kalakalmamız hedeflenir, bu kroşeyle.
Psikolojik halimiz üzerinden hiçbir kimsenin bir fayda sağlayamayacağını fısıldarlar.
Direnmeyi bırakalım, bir duayı dahi yapmaya isteksiz hale getirirler.
Kan revan içindeki bedenleri, yıkık virane beldeleri, parçalanmış masum canları izletip izletip bir suçluluk psikoloji oluşturmak isterler. Eylemsiz ve itirazsız bir gündemle sadece amaçsız ve hedefsiz paylaşımlarla yetinmemiz gerektiğini ilan ederler. Ruh sağlığımız, umudumuz ve dengemiz için düşünme ve zaman ayırma fırsatı vermemek için;
“Zaten senin ihtiyaçların ve derdin başından aşkın, sırtından inmez birer yüktür. Başkalarının acısından sana ne! Sus ve acını sessizce yaşa! Sana ne empatiden, digerkamlıktan! Dünyayı sen mi kurtaracaksın! Hele dön, önce kendi haline bak!” perişanlığında bir şilte olup kalmanı amaçlarlar.
Olan biten karşısında halk ve idareciler olarak kendi gücümüzü görmemizi istemezler. Oysa şu ayetler, zulmün üzerine çöken mücahidler olmamız gerektiğini İLAN edip duruyor:
“Müminler, Allah yolunda savaşır; inkâr edenler de tâğût yolunda savaşır. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz ŞEYTANIN HİLESİ ZAYIFtır.” (Nisa: 176)
“Şöyle diyorlar: ‘Hele Medine’ye dönelim, o zaman güçlü olan zayıf olanı oradan çıkaracak!’ Halbuki İZZET ALLAH’IN, RESULÜNÜN VE MÜMİNLERİNDİR; fakat münafıklar bunu bilmezler!” (Münafıkun: 8)
(Devam edecek)