Deprem, yaşadığımız ülkenin acı bir gerçeği.

Binlerce canımızı aldı. Tarif edilemez acılara, ayrılıklara sebep oldu.

Ancak geldiğimiz son nokta itibariyle

Ne kentlerimiz depreme dayanıklı

Ne de insanlarımız musibetlere hazırlıklı.

Madem ağır kayıplara, acı sonuçlara sebep olan böyle bir gerçeğimiz var

O zaman buna yönelik tedbirler kaçınılmazdır.

Yoksa şehir de insan da bu yıkıma maruz kalacaktır.

Elbette felaket senaryoları üretip insanları korkutmanın bir anlamı yoktur.

Ancak en kötü senaryoya bile hazırlıklı olunmalıdır.

Buna yönelik çalışmalar olmalıdır.

Çünkü melese insandır, mesele candır.

Bu açıdan bakıldığında;

Deprem, siyaset veya hamaset meselesi değildir.

Deprem, magazin malzemesi değildir.

Ekranların reyting konusu da değildir.

Sarsıntılardan sonra gündem olacak bir mevzu da değildir.

Kısır ve tahmini yargılar üzerinden konuşulacak tartışma konusu da değildir.

Ertelenecek bir kenara bırakılacak bir husus asla değildir.

Madem binalara sıkıştırılmış bir yaşam dışına çıkmak imkânsız.

Hele bu büyük şehirler oldu mu daha da imkânsız.

Yani binalarda kalmaya mecburuz.

O zaman o binaların güvenli hale gelmesi hayat kadar değer kazanıyor.

Kimsenin yaşadığımız evi bize ve çocuklarımıza mezar yapmaya hakkı yoktur.

Bu açıdan alınması gereken tüm tedbirler alınmalıdır.

Yapılması gereken tüm denetimler en sıkı şekilde uygulanmalıdır.

Depremde yıkılan bir binanın müteahhidini kırmızı bültenle aramanın pek fazla anlamı olmayacaktır. Çünkü giden canlar geri gelmeyecek. Yıkılan yuvalar çok zor toparlanabilecektir.

Öyle ise;

Ne konuşulması gerekiyorsa konuşulsun.

Ne projeler geliştirilecekse geliştirilsin.

Hangi yollar izlenecekse izlensin.

Ama mutlaka somut işler yapılsın.

Öte taraftan insanların musibet anına hazırlık anlamında da birtakım çalışmalar yapılmalıdır.

Depremde yapılacaklar arasında manevi destek verilmeye yönelik projeler de eklenmelidir.

Psikolojik yıkımı ortadan kaldıracak manevi destek programları oluşturulmalıdır.