Tarih boyunca Şark ile Garp arasındaki karşılaşmalar çoğu zaman bir medeniyet rekabeti, kimi zaman da doğrudan bir güç mücadelesi şeklinde tezahür etmiştir. Bugün ise bu mücadele, yalnızca askeri değil; siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik boyutlarıyla çok daha karmaşık bir hal almış durumda. Modern dönemde “Doğu-Batı çatışması” çoğu kez İslam dünyasının içinde bulunduğu jeopolitik kırılganlıklar üzerinden şekilleniyor ve küresel güçler bu fay hatlarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Bu tablo, hem İslam coğrafyasının geleceğine hem de küresel sistemin dengelerine dair önemli soruları beraberinde getiriyor.

Batı dünyasının son yüzyıldaki hakimiyetini sağlayan temel güç unsurları; teknolojik üstünlük, bilgi birikimi, ekonomik merkezileşme ve küresel kurumlara yön verme kapasitesi oldu. Buna karşın Şark, yani geniş anlamda İslam dünyası, sömürgecilik sonrası dönemde siyasi birlikten uzak, ekonomik bağımlılık içinde ve çoğu kez iç çatışmalarla meşgul bir görüntü verdi. Bu dengesizlik, Soğuk Savaş boyunca büyük güçlerin bölgeyi vekalet savaşlarına, askeri müdahalelere ve enerji politikalarının oyun alanına çevirmesine fırsat sağlamıştır.

21. yüzyıla gelindiğinde tablo daha da karmaşıklaştı. Ortadoğu’daki çatışmalar, Doğu Akdeniz’den Afrika’ya, Güney Asya’dan Kafkasya’ya kadar genişledi. Enerji yolları, ticaret koridorları, güvenlik blokları ve ideolojik söylemler bu mücadelenin yeni unsurları haline geldi. Bugün “Şark-Garp mücadelesi” dediğimiz olgu, artık klasik askeri savaşlardan ziyade; medya manipülasyonu, siber baskı, ekonomik yaptırımlar, finansal kuşatma ve kamuoyu mühendisliği gibi modern araçlarla yürütülüyor. Dolayısıyla savaşın biçimi değişmiş olsa da özü aynı: güç ve hakimiyet mücadelesi.

Bu çerçevede İslam dünyasının geleceği, yalnızca dış baskılara değil, iç dinamiklere de bağlı. Zira Batı’nın bölge üzerindeki etkisini artıran en büyük unsur, İslam ülkeleri arasındaki parçalanmışlık ve ortak stratejiden yoksunluk. Siyasi birlik olmadığı için ekonomik bağımlılık kaçınılmaz hale geliyor; ekonomik bağımlılık ise jeopolitik kırılganlığı artırıyor. Bu döngü kırılmadıkça, küresel güçlerin İslam topluluğu üzerindeki müdahale kapasitesi devam edecektir.

Öte yandan İslam medeniyetinin köklü bir entelektüel mirası ve hala canlı olan genç nüfusu, onu geleceğin dünyasında önemli bir aktör haline getirebilir. Ancak bu potansiyelin açığa çıkması için birkaç stratejik dönüşüme ihtiyaç vardır. Öncelikle, İslam toplumlarının kendi iç reformlarını gerçekleştirmesi, bilgi ve teknoloji üretimine ağırlık vermesi, toplumlarını kronik krizlerden çıkaracak yönetim modelleri geliştirmesi gerekiyor. Güçlü bir eğitim altyapısı, bağımsız bir ekonomi ve adalet merkezli yönetim anlayışı, uzun vadede Batı karşısındaki dengeyi değiştirebilecek unsurlardır.

Diğer yandan Şark’ın geleceğini belirleyecek bir başka unsur da küresel güç dağılımının değişmesi. Çin’in yükselişi, Rusya’nın yeniden sahneye çıkışı, Afrika ve Güney Asya’nın ekonomik potansiyeli, Batı merkezli dünya düzeninin sallandığını gösteriyor. Bu yeni çok kutuplu sistemde İslam ülkelerinin ya küresel rekabetin pasif nesnesi olmaya devam edeceği ya da bu geçiş sürecinde aktif bir role soyunacağı bir dönem yaşanıyor.

Bugün İslam dünyası için en kritik mesele, kendi stratejik aklını üretip üretemeyeceğidir. Garp ile Şark arasındaki mücadele, tarihte olduğu gibi bugün de devam ediyor ve edecektir. Ancak bu kez belirleyici olan, kimin daha çok toprak kazandığı değil, kimin bilgiye, ekonomiye ve bağımsız siyasi iradeye sahip olduğudur. İslam dünyası bu dönüşümü başarabilirse, küresel sistemde yeniden kurucu bir rol üstlenebilir; aksi takdirde dış güçlerin belirlediği bir coğrafya olarak kalmaya devam eder. Gazze’ye selam, direnişe devam!