Maneviyatımızı derin bir tefekkürle gözden geçirdiğimizde, onu zayıflatan unsurların, güçlendirenlerden çok daha fazla olduğunu acı bir gerçekle fark ederiz. Bu zayıflatıcı etkenlerin bir kısmı dış dünyadan üzerimize çökerken, bir kısmı da içimizden sessizce sızar. Dıştan ve içten gelen bu unsurlar, birleşip insanın ruh dünyasını adeta istilaya uğratır. Eğer onlara karşı bir direnç gösterilmezse, ruhumuzu ve bedenimizi tıpkı emperyalist güçlerin mazlum Filistin ve diğer İslâm beldelerini işgali gibi istila ederler. Bu noktada insanın iç dünyası, Gazze’nin kuşatılmış sokaklarına, Filistin’in kanayan yarasına benzer hale gelir.

Peki, bu istilaya karşı ne yapılmalı?

Maneviyatımızı güçlendiren unsurları bilinçli bir şekilde hayatımıza dâhil etmek ve onları artırarak kalıcı hale getirmek artık bir tercih değil, bir zarurettir. Bu unsurların başında, her gün az da olsa Kur’an okumak gelir. Kur’an, insanın ruhuna hayat veren yegâne ilahi kelamdır. Susuz kalmış bir çöl toprağına inen rahmet yağmuru gibi, insanın yorgun ruhuna ferahlık verir. Kalbi onarır, zihni berraklaştırır, Allah ile olan bağı kuvvetlendirir.

Bir diğer kuvvetli unsur ise kitap okumaktır. Özellikle ihlâsla yazılmış, kalpten gelen ve kalbe dokunan eserler, okuyucusunu sarar, içine çeker. Eserin içinde geçen bir ayet, bir hadis ya da kıssa, kimi zaman insanın hayata bakışını tümüyle değiştirir. Uykuda olan ruhunu uyandırır, gafletten silkinmesine vesile olur. Böylece insan, içini saran karanlık düşüncelerden sıyrılarak yeniden aydınlığa yönelir.

Zikir de maneviyatın temel direklerinden biridir. Zikir, kalbin huzura ermesini sağlar. Kalp sükûnet bulunca, ruh da onunla birlikte huzur bulur. Her bir zikir, insanın iç dünyasında birer asker gibi yerini alır. Bu askerler, dıştan gelen saldırılara karşı adeta birer siper olur. Düşman her yaklaştığında bu manevi savunmayla karşılaşır ve ilerleyemez. Tıpkı bir işgal gücünün kararlı bir şekilde direniş gösteren mücahitler tarafından geri püskürtülmesi gibi, zikir de iç ve dış düşmanları geri püskürtür.

Ayrıca camiye devam etmek, cemaatle namaz kılmak, nafile namaz ve oruç gibi ibadetler de maneviyatın temel taşlarıdır. Hele ki sabah namazını cemaatle eda etmek, insanın gün boyunca korunaklı kalmasına ve Allah’ın emniyetine girmesine vesile olur. Nafile oruç ise nefsi terbiye eder, azgın arzularının önüne geçer. Nefis kontrol altına alındığında, akıl devreye girer ve insan daha mantıklı, daha vicdanlı kararlar verir. Bu kararlar ise maneviyatı hem korur hem de güçlendirir.

Neticede, maneviyat insanın ruh ve bedeni üzerindeki bir savaş alanıdır. Düşmanları çoktur ama silahları da mevcuttur. Kur’an, zikir, ilim, ibadet ve güzel ahlak bu savaşın güçlü savunma unsurlarıdır. Bu değerleri artırmak ve günlük hayatın merkezine yerleştirmek, sadece bireysel huzur için değil, toplumun manevi dirilişi için de hayati önem taşır.

Mevlam, maneviyat alanında yaptığımız mücadele, mukavemet ve direnişi, iç ve dış unsurlara karşı kazanan kullarından eylesin. Âmin.