Amerika’nın Trump yönetimiyle beraber Ortadoğu politikasında bir değişiklik olması beklenen bir şeydi; ama açıkça savaşın dillendirilmesi farklı şeylerin konuşulmasına neden oluyor.

Önceki dönemde Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan ve Amerikan siyasetinde "Şeytanın vücut bulmuş hali" olarak nitelenen John Bolton’ın İran’a karşı savaşa girme konusunda oldukça istekli olduğunu ve bunu dillendirmekten de çekinmediğini konunun takipçileri iyi hatırlayacaktır. Bolton’un dili o kadar keskindi ki bu Trump’ı dahi rahatsız etmiş ve onu görevden alırken şöyle demişti: “Ülkeyi yönetirken yanlış seçimler yapabiliyorsunuz, Bolton gibi bir aptala görev vermek gibi..."

Ancak Trump’ın ikinci dönemi öyle olmadı. Ukrayna ve Gazze savaşlarının gölgesinde girilen ve büyük zaferle biten seçimlerin sonunda Amerikan siyasetinde dengelerle beraber stratejilerin de değiştiği dikkati çekti.

Gazze’yi boşaltmaktan ve orayı “Ortadoğu Rivierası”na dönüştürmekten söz eden, soykırımcı terörist rejime her türlü desteği vermekten çekinmeyeceğini söyleyen Trump, Zelensky’i Beyaz Saray’a çağırıp aşağılıyor, açıkça Ukrayna zenginliklerinin önemli bir kısmını Amerika’ya vermesi gerektiğini söylüyor.

Biden ile yıldızları barışmayan körfez krallık ve emirlikleri Trump’ı büyük bir heyecanla karşıladı. Amerikan Başkanı, açıkça Körfez’in “parasına çökeceğini” söylemesine rağmen, krallık ve emirlikler buna tepki göstermek yerine işbirliği mesajları vermeye devam ediyorlar. Biden döneminde Rusya ve Çin ile silah anlaşmaları imzalayan, Türkiye ile bozulan ilişkileri düzelten, hatta İran ile görüşmeler gerçekleştiren Körfez ülkeleri, Trump ile beraber tavır değişikliğine gitmeye başladılar. Bunun belki de en tehlikeli belirtisi uzun süredir durmuş olan Yemen iç savaşının Amerika ve israilin isteği doğrultusunda yeniden başlatılması girişimleridir.

Amerika’nın İran’a yönelik savaş seçeneğini daha fazla dillendirmesini de bölgesel denklem içinde okumak gerekir.

İran’ın nükleer konusunda yaptığı çalışmalar Amerika ve israil tarafından “tehlike” olarak lanse ediliyor. Bundan dolayı İran, yıllardır ambargolarla karşı karşıya ve büyük sıkıntılar çekiyor.

Suriye’deki yönetim değişikliğinde Türkiye’nin rolünün fazla olduğu gerçeği İran tarafından hazmedilebilecek gibi görünmüyor. Türkiye, PKK’nın tasfiye edilmesi ya da silahlı mücadelenin devam etmesi sürecinde Kandil ve Irak Kürdistan’ında özellikle YNK bölgesinde etkinliği bulunan İran’ın etkisinin farkında ve bu ciddi bir rahatsızlık konusu oluşturuyor. Azerbaycan ile Ermenistan arasında ateşkes sonrasında devam eden müzakerelerde gündeme gelen ve Türkiye’nin çok önem verdiği “Zengezur Koridoru” konusu da İran’ı ciddi biçimde rahatsız ediyor.

Oysa Ahmedinecat döneminde İran’a karşı ambargoların can yakıcı bir hale geldiği sırada, devreye giren Türkiye ve Brezilya, nükleer konusunda bir taslak hazırlamış ve bu İran’ı ciddi biçimde rahatlatmıştı. Erdoğan’ın “Ne İran’da ne de başka yerde nükleer silah istemiyoruz” şeklindeki açıklamasında “başka yer” diye hedef alınan yerin israil olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktu.

Şimdilerde Körfez’in İran’a karşı “gardını alması”, Türkiye’nin Suriye ve PKK konusunda İran ile sıkıntılar yaşaması Amerika’nın daha fazla iştahlanmasına neden oluyor.

Amerika’ya göre “İran’ın nükleeri” tehlikeli, ama işgalci ve soykırımcı bir rejim olan israilin bu silaha sahip olmasında bir sıkıntı yok!

İngiltere ve Fransa nükleer silah sahibi; Pakistan ve Hindistan da öyle... Çin ve Rusya’nın dışında Kuzey Kore’nin de nükleer silaha sahip olduğunu herkes biliyor.

Dünyada tek nükleer silah kullanan ülke Amerika ve ne gariptir ki, “tehlike” standardını o belirliyor.

İslam ülkeleri ise maalesef Gazze konusunda olduğu gibi bu konuda da, basit siyasi hesaplara, gündelik çıkarlara, korkakça bir tutuma sahip olduğu için adil bir “tehlike standardı” belirleyemiyor.